Nasıl oluyor da, kolsuz ve bacaksız doğan insanlardan faydalanmayı akıllarından bile geçirmeyen dürüst ve duyarlı kişiler, düşük bir zeka düzeyiyle doğanları istismar etmekte bir mahsur görmezler?
“Ah Tanrım! Yarattığın insanların başına nasıl da talihsizlikler, felaketler geliyor, acılarla dolu hayatımızda güzel olan şeylerin ömrü ne kadar da kısa sürüyor!"
«Nasıl ki ' bir kemeri, köprüyü, kubbeyi ayakta tutan şey kilit taşıdır, toplumların, ailelerin kilit taşı da kadınlardır. Cesur, güçlü, azimli kadınlar... Kilit taşı olmazsa kemer, köprü çöker, kadın olmazsa toplum...»
Fıkrayı duymuş olanlar vardır. Bir aile, Nasreddin Hoca’ya gelerek şikayette bulunurlar. “Evimiz çok küçük, nüfus da arttı, evimize bir türlü sığamıyoruz.” Nasıl sığmadıklarıyla ilgili daha başka detaylar da verirler, Hoca Efendi dikkatlice dinler. “Oda sayımız az, mutfak dar, bir lavabo yetmiyor…” gibi birçok şey söylenir. Bununla da kalmazlar,
Hemen değil ama. Öncelikle Avrupalılar hüküm sürmekte dir: çoktan kaybetmiştir ama bunun farkında değildir; yerlile rin sahte yerli olduğunu henüz bilmemektedir: onlara eziyet etmiştir ama -sözüne kulak verecek olursak- içlerindeki kö tülüğü yok etmek ya da bastırmak için bunu yaptığını söyler; üç kuşak sonra bu zararlı içgüdüleri artık bir daha ortaya çık mayacaktır, Hangi içgüdüler? Köleleri efendiyi katletmeye yöneltenler mi? Efendi, kendi zulmünün kendine karşı dön düğünü nasıl olur da anlayamaz? Bu ezilen köylülerin vahşe tinde, bir sömürgeci olarak uyguladığı vahşeti nasıl görmez? Bu vahşetin onların İçlerine devasızca işlediğini nasıl anla maz? Nedeni basittir: Kendi mutlak erkinden ve bu erki yitir me korkusundan deliye dönmüş bu zorba, bir zamanlar insan olduğunu hatırlamakta zorluk çekmektedir; kendisini bir kamçı ya da tüfek sanır; “aşağı ırklardın ehlileştirilmesinin onların reflekslerini koşullamaktan geçtiğine inanmıştır. İn san belleğini, silinmez anıları görmezden gelir; ayrıca, her şeyden Önemlisi, belki de hiç bilmediği bir şey var: ancak baş kalarının bize yaptıklarım derinden ve kökten yadsıyarak şu an olduğumuz kişi oluruz. Üç kuşak, öyle mi? Daha İkincide, oğullar gözlerini açar açmaz babalarının dayak yediğini görduler
-İnsanın huzuru ve memnuniyeti dışarıda değil içindedir?
-Nasıl yani?
- Sıradan bir insan iyi ya da kötüyü dışarıdan, yani bir atla arabadan ya da bir çalışma odasından bekler. Düşünen bir insan ise kendinde bulur.
Sayfa 37 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okuyor