“Dünyanın dönmesine karışamayız,” dedi Delaura.
“Ama bize acı vermemesi için bunu bilmezlikten gelebilirdik,” dedi piskopos. “Galile’ye asıl gereken, inanç değil yürekti.”
Hastane bekleme odaları Araf’tır.
Cennet ile Cehennem arasına sıkışıp kalmış bir halde, zamanınızın gelmesini ve bundan sonra gideceğiniz yeri duymak için beklemeye zorlandığınız yerdir. Bu hiç keyifli değildir. Aslında tam bir işkencedir. Yine de orada oturur, kendinize durumun o kadar da kötü olmadığını söyleyerek umuda sımsıkı tutunursunuz çünkü her zaman daha kötüye gidebileceğini bilirsiniz.
Çünkü gidebileceğini bilirsiniz.
Yirmi yedi yaşımıza kadar, kaderimiz hakkında fazla düşünmeden yaşarız. Hayatımızın gidişatını elimize almak istediğimiz zaman ise bizi sürükleyen dişlilere sıkışıp kalırız. Sadece uyku, varoluşun üçte birini kaplar. Giyinme, yemek yeme, sindirim, dünyanın talepleri, görevlerin talepleri gibi günlük işlerimiz ile rahatsızlık, hastalık gibi talihsizlikler, daha kaliteli bir hayat için zaman bırakmaz. Kişi bunlara devam ederken zaman da akıp gider, günler birbirini kovalar. Varoluşumuzu net şekilde kavramaya başladığımızda, yaşlanmış oluruz.
Dinlenmeyi gerekli kılan bir çalışma olmadan yapılan istirahat, donuk ve çekilmez can sıkıntısıyla birlikte tembelliktir. Ruskin’in de dediği gibi, gururlu istirahat, granit yatağında nefes nefese yatan keçinin dinlenmesidir, ahırda otunu çiğneyen öküzün değil.
Çocukluktan itibaren bize, bazı şeylerin iyi, diğerlerinin ise kötü olduğu söylendi. Bunlardan bahseden kişiler, kendi hareketlerinin izlerini bizde bıraktılar. Bu fikirleri, aynı şekilde izlemeye ve bu kişilerle aynı şeyleri yapmaya, aynı tutkuları paylaşmaya alıştık. Artık her şeyi gerçek değerleriyle değil, insanların gözünde tuttukları değerle yargılamaktayız.