Keşke ölmek isteyen bir tek kendisi olsa
"Kendi kendisiyle gurur duyma zamanıydı, şimdi yaptığı şeyi yapabildiği, en sonunda cesaretini toplayıp bu yaşama veda edebildiği için." Gururu yaşamdan değil ölümden yana duymamamız tuhaf geliyor ama o hisleri yaşadığımda ben de kendimle gurur duymuştum ve "Acınası olanlar biz değiliz asıl yaşayanlar tamam mı? Neyin acınası ya da
YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN BÜLENT ARINÇ
Hürriyet gazetesinde eski İrancı Ahmet Hakan, "Yeni başlayan lar İçin Bülent Arınç" başlığı altında kendince bir dönemin Arınç’ını anlatıyordu: "Bülent Arınç, eskiden ‘M anisalı içli bir avu kat’ idi. O kadar içliydi ki... Ancak ‘Girdiği bütün davaları kaybederek sakinleşe­ cek' bir hali vardı. Bu özelliği hâlâ devam
Reklam
Stalin'in oğlu Yakov'un nasıl öldüğünü ancak 1980 yılında The Sunday Times gazetesinde okuyabildik. İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanlara tutsak düşen Yakov, bir grup İngiliz subayıyla birlikte bir kampa konulmuştu. Aynı kenefi paylaşıyorlardı. Stalin'in oğlu, kenefi leş gibi bırakıp çıkma alışkanlığındaydı. İngiliz subaylar,
iyimserler de kötümserler de haklıdır elbette. Ama ben iyimserleri daha tehlikeli bulurum, zira o aşırı memnuniyeti, o gevrek gülüşleri ne zaman görsem, 1914 yılını, halkların o dönemde güya sağlıklı bir iyimserlikle her şeyi harika ve müthiş bulduğunu, savaşların aslında çok tehlikeli, şiddet dolu girişimler olduğu ve sonunun kötü de bitebileceği uyarısında bulunan her kötümseri kurşuna dizmekle tehdit ettiklerini hatırlarım. Evet, kötümserler kısmen alaya alındı, kısmen de kurşuna dizildi, iyimserler ise o büyük dönemi yüceltip göklere çıkardı, yıllarca coşup zafer kazandılar; sonunda coşmaktan ve zafer kazanmaktan mahvolarak aniden büyük yıkıma uğrayan iyimserler ve halklar, bir zamanların kötümserleri tarafından teselli edilmek ve yeniden hayata tutunmak için cesaretlendirilmek zorunda kaldılar. Yaşananları asla unutamam ben.
Mete fıstık yeşilini çok seviyordu. alışverişe çıktıklarında kendisine fıstık yeşili bir tişört almak istedi, ama anne-babası ona “bu ne biçim renk!” diye karşılık verdiler. Mete yine de yeşil tişörtü almakta diretti. sonunda Mete’nin istediği alındı, ama anne-babası tişörtü alırken yüzlerini buruşturdukları için Mete kendisini suçlu hissetti. Mete bu tişörtü aslında severek almıştı. yine de tişörtü her giydiğinde kendisini huzursuz hissediyordu. üstelik, Mete tişörtü giydiğinde, anne-babası ve diğer büyükler bazen yüzlerini buruşturuyorlardı. dedesi bir kere Mete’nin tişörtüne bakarak “hiç sevmiyorum şu tişörtü!” dedi. “sevme,” diye karşılık verdi Mete, “sen, ben misin?”
Anlatıbilim Açısından Budist Sinema: Yeni Bir Türe Doğru mu?
Budizm’in sürekli olarak, bir din değil bir felsefe olduğu ileri sürülür. Bireysel düzlemde böyle olabilir, ancak kurumsallaşmış bir ideoloji olması dolayısıyla dinsel niteliği bulunuyor. Budizm, yaşamı acı ile tarifler. Bir tanrı inancı olmayan Budist ideolojiye göre, Buda, insanın içindedir. Bu özellik doğuştan gelir. İçimizdeki Buda kimileri
Reklam
''İstanbul ne zaman alındı?'' diye sözümü kesti birden.Aptallaşıverdim.Beklediğim mucize gerçekleşmiş miydi yoksa?Acaba doğru yanıt verirsem babamın tayin emrini geri mi çekecekti? Şaşırtmalı bir soruydu muhakkak.Çok iyi düşünmeliydim. ''İstanbul çok kez alındı,'' diye geveledim.'' Hangisini soruyorsunuz?'' Kafasını salladı Erdoğan Bey. ''İşte
(Gazi Üniversitesi, Ziya Gökalp Sempozyumu, Ankara, 8 Mart 2004) Seksen dört yıl önce, 25 Ekim 1924 tarihinde, Büyükada'daki evinden sedyeyle getirildiği Taksim-Harbiye arasındaki Fransız Hastanesi'nde öldü. Kesin bir tanı konulamamıştı, bir süredir devam eden hastalığına aksi olsaydı bile ülkenin ve adı geçen sağlık kurumunun o günkü