Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Amaçlanan ulusal kimliğin teşekkülüne kadar, dinin araçsallaştırılarak kullanılmasında, Kemalist Batıcılar bir sakınca görmemekteydi. Dini kriterin asıl alınmasından dolayı, Grek alfabesiyle Türkçe yazan, dualarını Türkçe yapan Karaman ve Pontus'taki Ortodoks nüfus, Ortodoks Yunan kategorisine dahil edilmiş ve protestolarına rağmen zorunlu mübadeleye tabi tutulmuşlardır.
Sayfa 133Kitabı okudu
... bütün gruplar endogamiyi önemser ve "yabancı"larla evliliği en azından tercihe şayan bulmaz.
Reklam
Türk ulusal kimliğinin inşası
Birinci dönemi oluşturan Milli Mücadele (1919-1923) yıllarında Türk ulusal kimliği, baskın bir dinî karaktere sahip olmuş, milliyet Müslümanlıkla tanımlanmış, reelpolitiğin bir yansıması olarak, resmî politik söylem etnik çoğulculuğu veri olarak almıştır. 1924-1929 döneminde dinî tanımdan radikal bir kopuş gerçekleştirilmiş, çoğulcu söylem terk edilmiş, Türk ulusal kimliğinin Cumhuriyetçi karakteri temel tanımlayıcı olmuştur. Dinin hem siyasî hem de sosyal görünürlüğünün yok edilerek yalnızca "vicdanlarda ve mabetlerde" yaşanmasını öngören militan bir sekülarizm, Cumhuriyetçi tanıma asıl rengini vermiştir. Bu tanımın şiarını, "dilde, kültürde ve ülküde birlik" oluşturmuştur. Hukukî-siyasî bir mahiyet arz eden Cumhuriyetçi tanımın politik muhtevası, hukukî muhtevasına kıyasla çok daha belirleyici bir öneme sahip olmuştur. Bu tanıma göre, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan ve Türkçe konuşan, Türk kültürüyle yetişmiş ve Cumhuriyet ülküsüne sadık herkes, Türk olarak kabul edilmekteydi. Türk ulusal kimliğinin Kemalist inşa sürecinde üçüncü safhayı (1929-1938), ulusal topluluğu etniklik ekseninde tanımlayan ve ortak köken duygusunu temel alan irkî soya dayalı motiflerin, Cumhuriyetçi tanıma eklemlenmesi çabaları oluşturmuştur. Bunun sembolik düzeydeki yansıması, "dilde, ekinde (kültür), kanda birlik'in yeni ulusal şiarı oluşturmasıdır. Cumhuriyet ülküsünün cezbedici bir ideal olarak zayıflığı, ortak köken duygusunu ortak payda olarak alan, mitik ve sözde-bilimsel irkî/soya dayalı ulusal süreklilik tezinin Türk ulusal kimliği içinde yapısal bir değer kazanmasına yol açmıştır.
Sayfa 16 - İletişim yayınları
Son tahlilde, Mustafa Kemal Paşa'nın aşağıdaki sözleri Türk ulusal kimliğinin cumhuriyetçi tanımının siyasi-hukuki veçhelerinin özlü ifadesidir: "Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz; Cumhuriyetimizin mesnedi Türk camiasıdır. Bu camianın efradı ne kadar Türk harsiyle meşbu olursa o camiaya istinat eden cumhuriyet de kuvvetli olur."
Sayfa 154Kitabı okudu
1876 Anayasası'nın 19. maddesine göre, devlet memuriyetine girişte dini bağlanma değil, liyakat esas alınacaktı: "Devlet memuriyetinde umum teba ehliyet ve kabiliyetlerine göre münasip olan memuriyetlere kabul olunurlar."
Mahmut Esat Bozkurt
1930 Ağrı isyanı akabinde ve 1931 seçimlerinden önce, kendi seçim bölgesi içinde yer alan Ödemiş'te seçmenlerine hitap ederken, CHF üyesi olmasının gerekçesini şöyle açıklar: "Çünkü bu fırka bugüne kadar yaptıkları ile esasen efendi olan Türk milletine mevkiini iade etti. Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır."
Sayfa 210Kitabı okudu
Reklam
1923 Türkiye'sinde umumi manzara
İlk bakışta, Cumhuriyetin hemen başında Türkiye'nin genel görünümü, bir "topyekün hiçlik" vaziyetinin özelliklerini sergilemekteydi. Bütün ticari ve endüstriyel teşebbüsler, lngiliz, Fransız ve Alman şirketlerine aitti. Sanayi neredeyse yoktu. Tarım bütünüyle geleneksel yöntemlerle yapılmaktaydı. Tarımda makineleşmenin esamesi okunmuyordu. Lozan Antlaşması'nın gümrük vergilerini 1929'a kadar liberalize eden hükmü yüzünden "yerli mallar" gümrük duvarıyla korunamıyordu. Bütçe açıkları alışılmış bir şeydi. Yüzde 70'ler civarındaki yüksek faiz oranları ile alınan dış borçlar, bütçe açıklarını kapatmak için kullanılıyordu. Düyun-u Umumiye muayyen gelir kaynaklarına rezerv koymuştu. Sosyoekonomik açıdan aşiret bağları önemini korumaktaydı. İşçi sınıfı yok denecek kadar zayıf olduğu gibi, ciddi bir burjuva sınıfı da mevcut değildi.
Sayfa 112Kitabı okudu
Bu dönemde, iletişim ve ulaşımda yaşanan zorluklar, silah ve paraya duyulan şiddetli ihtiyaç, iç isyanlar ve rakip ideolojilerin varlığı gibi şartlar göz önüne alındığında, Anadolu'da bir Milli Mücadele hareketi yürütmenin çok zor olduğu görülmektedir. Bu zorluk, ulusçu seçkinleri dini ve etnik açıdan çoğulcu bir yaklaşımı benimsemeye itmiştir. Dini ve etnik grupların maddi-manevi kaynaklarını seferber edebilmek ve halife-sultan ile İstanbul hükümetine bağlılığı süren halk katında kitlesel destek ve siyasi meşruiyet kazanabilmek için bu çoğulcu yaklaşım bir zorunluluk olarak kendisini dayatmıştır.
Aslında, hakimiyet-i milliye şiarı, amaç değil yalnızca bir araçtı. Mustafa Kemal Paşa tarafından işlevsel bir sembol olarak değerlendirilmiş, zamanı gelince de bu fikre vesayetçi bir mahiyet kazandırılmıştır. Halk, mücadelenin öznesi gibi görünmüş ancak nesnesi olarak kullanılmıştır. Başkomutanlık kanununun yürürlük süresinin uzatılması ve saltanatın kaldırılması esnasında yapılan konuşmalar ve takınılan tavır, bu vesayetçi anlayışın iki açık örneğidir. Cumhuriyetin ilanının hemen ertesinde Rousscau'nun halk egemenliği tezinin "bilge kanun koyucu" fikri siyasi sahnede "belirmiş" ve milli hakimiyet, cumhuriyeti kuran kişiyle yani Mustafa Kemal Paşa ile özdeşleştirilmiştir. Daha önce iki dereceli de olsa halk tarafından seçilen meclis üyeleri artık bizzat Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal tarafından "tayin edilmeye" başlanmıştır.
Yerel Oryantalist söylemin en uç noktasında Hıristiyan olmayı dahi akıllarından geçiren Cumhuriyet aydınlarının içine düştükleri boşlukta nasıl öjeniks (ırk ıslahı) gibi konulara sarıldığı görülmektedir. Herhalde kendini sevmeme gibi bir uç konumda düşülen boşluk ancak kendini üstün görerek sevmeye çalışma gibi bir başka uç konum ile ikame edilmiştir.
250 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.