“ Hatalar yaptım, pişmanlığımı yaşadım.
Mutlu da oldum, zor zamanlarda geçirdim.
Düştüm ama tekrar kalktım. Yoruldum ama asla pes etmedim. İhaneti de gördüm, yarı yolda bırakılmayı da. Sırtımdan da bıçaklandım, gözlerimle de şahit oldum. Her türlü zorluğa göğüs gerdim ve bu günlere öyle geldim. Artık kimsenin yokluğu beni korkutamaz. Ben kaybetmekten korktuğum her şeyi özgür bıraktım. ”
Sonunda o kadınla karşılaşmıştı; kadınlar hakkında konuşmaya alışık olmadığı için pek düşünmediği, ama günün birinde karşılaşacağını belli belirsiz de olsa umduğu kadınla.
Aynı liderler altında ve sürekli iletişim içinde yaşayarak birbirlerinin evine girip çıkan ya da birbirleriyle evlenen ama başka geleneklere tabi olduklarından ortak miraslarının gerçekten kendilerinin olup olmadığını asla bilmeyen halklar arasında farklı yasalar ancak kargaşa yaratır.
İnsan hiçbir zaman mutlu değildir ve tüm hayatını onu mutlu edeceğine inandığı şeyin peşinde geçirir. Amacına nadiren ulaşır, ulaşsa da zaten hayal kırıklığına uğrar.
Savaş ilanları, kudretlilere uyarıdan ziyade tebaalarına uyarıdır. İster kral olsun, ister bir şahıs ya da halk; çalan, öldüren ya da hükümdara savaş ilan etmeden tebaayı elinde tutan bir yabancı düşman değil hayduttur.
Onlara göre (Grotius vd) galip gelenin mağlup olanı öldürme hakkı olduğundan, mağlup olan özgürlüğü karşılığında hayatını satın alabilir. Bu anlaşma her ikisinin de işine yarayacağından meşru sayılabilir. Fakat mağlupları öldürmeye yönelik bu sözde hakkın hiçbir durumda savaş halinin bir sonucu olmadığı açıktır.