Şimdi gökyüzünde, alçakta ayı gördü. Ay oradaydı, peki ay ışığının kaynağı neydi? Güneşti elbette. Peki güneşi yakan neydi? Kendi ateşi. Ve güneş günbegün oraya çıkar, yanarak, yanarak. Güneş ve zaman. Güneş ve zaman ve yanmak. Yanmak.
Kitap yüzüncü sayfadan sonra öyle bambaşka bir hal aldı ki elimden bırakamadım. Kitabın ortaya çıkış fikri, ilk yazımı, tekrar yazımı ve neden böyle bir kitap yazıldığı en sonunda yazar tarafından bizzat anlatıyor. Her şeyden önce bu benim ayrıca çok hoşuma giden bir detay oldu ve kitabi daha da iyi anlayıp benimsememe yardımcı oldu diyebilirim.
Fahrenheit 451 konu olarak, kurgu olarak benim çok sevdiğim kitaplardan biri oldu. Yer yer devrik cümlelerin oluşu okurken bir tık rahatsız etti sadece, bu kadar. Kitabı bitirdikten sonra aklımda şu cümle belirdi:
"Kitapların olmadığı bir dünyada kesinlikle yaşamak istemezdim. Kitapsız asla!"
"Artık kimse dinlemiyor. Duvarlarla konuşamıyorum, çünkü bana bağırıyorlar. Karımla konuşamıyorum, duvarları dinliyor. Söylemem gereken şeyleri birilerinin duymasını istiyorum sadece. Ve yeterince uzun konuşursam belki anlamlı gelirler."