Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bir zamanlar, der Hobbes, doğruyla yanlış yoktu ve insanlar "doğa durumunda yaşıyor, ister istemez herkesin herkese karşı savaşına katılıyordu; yaşam "yalnız, sefil, nahoş, hayvani ve kısaydı" (Leviathan, 1651). Bu insanların bazıları bir şekilde bir araya gelip bir sözleşme yaptılar ve toplumu meydana getirdiler; doğru ve yanlışın ilk ortaya çıkışıysa toplumla beraber mümkün oldu. Üstelik ortaya çıkan da insanın aklındaki doğru-yanlış kavram ve fikrinden ibaret olmayıp, doğruyla yanlışın ta kendisiydi. Sözleşmeden önce doğru ya da yanlış olan hiçbir şey yoktu. Olay, kötü veya iyi bir şey yaptıklarında insanların nasıl olup da iyi veya kötü oldukları hakkında en ufak bir fikre sahip olmamaları değildi. Bilakis, o anda ahlaki anlamda iyi ya da kötü olan hiçbir şey yoktu. Çünkü o anda insanlar, aslanlar ve kaplanlar gibi doğa durumunda bulunuyorlardı ve sahip olduğumuz sezgiler vahşi hayvanlar arasındaki ilişkilerle alakalı olarak ahlaki olgulardan bahsedilemeyeceği hususunda şüpheye yer bırakmıyordu.²⁷ İlk eşleyicilerin ortaya çıkışında olduğu gibi, davranış üreten yeni gerekçelerle beraber yeni bir yaşam tarzını da devreye sokan sözleşme bu durumu olduğu gibi değiştirdi.
Sayfa 84 - 85Kitabı okuyor
Üniversite öğrencisi oranında kritik eşik geçildiğinde, insanlar üniversiteye iyi bir iş bulabilmek için gitmek zorunda kalıyorlar. Diyelim, nüfusun yüzde 70'i üniversiteye gidiyor, o halde üniversiteye gitmemek yetenek dağılımında en alt sıralarda olmak anlamına geliyor, bu da iş aramaya başlarken en iyi yol olmuyor. Dolayısıyla insanlar ileride çalışacakları işte kendilerine bir faydası dokunmayacağını bildikleri şeyleri öğrenmekle "zaman kaybedeceklerini" bilerek üniversiteye gidiyor. Herkesin üniversiteye gitmek istemesiyle, yüksek eğitim talebi giderek artıyor, bunun sonucunda üniversite sayısı artırılıyor ve dolayısıyla doğal olarak üniversite öğrencisi oranı da yükseldiğinden insanların üzerindeki üniversite baskısı çoğalıyor. Zamanla, bu da diploma enflasyonuna neden oluyor. Artık herkesin bir üniversite diploması olduğuna göre, fark yaratabilmek adına yüksek lisans, hatta doktora yapmanız gerekiyor; tabii bu tür bir üniversite öğreniminin gelecekteki işinizi daha üretken şekilde yapmanızı sağlamayacağını vurgulamaya hiç gerek yok.
Reklam
"İnsanlar arasındayken yüzüme alaycı bir maske geçirmesini bilirim;ama kaç kez,ay ışığında bir mezarlık görünce,gidip o uyuyanlara karışmanın daha iyi olup olmadığını düşünmüşümdür."
Sayfa 169
Tecrübe
Ben topluluk önünde konuşma becerisini çok iyi öğrendim, çünkü haftada bir kere değil, günde üç kere konuşmalar yaptım. Beni dinleyecek birilerini bulduğum anda, hazırdım. Kuruluşumda çalışan diğer insanlar yılda kırk sekiz konferans vermek üzere planlar yaparken, ben o kadar konferansı iki haftada veriyordum. Bir ay dolduğunda, iki yıllık tecrübe biriktirmiştim. Bir yılın sonunda tecrübem on yıllık olacaktı. İş arkadaşlarım, böyle bir yetenekle doğduğum için ne kadar "şanslı" olduğumu söyleyip duruyorlardı. On- lara da şu anda size söylediğim şeyi söylemeye çalıştım. Us- talaşmak, siz ne kadar sürdürmek isterseniz, o kadar sürer. Bu arada, acaba verdiğim konferansların hepsi harika mıydı? Hiç de değildi! Ama her tecrübeden ders almayı iş edindim, bu beni ustalaştırdı, sonunda herhangi boyda bir salona girdiğimde, her meslekteki insanlara gerçek anlamda ulaşabilmeyi başardım.
Sayfa 47 - Anthony RobbinsKitabı okuyor
unutmaya çalışma... çalıştıkça daha çok hatırlayacaksın onu. "unuttum" dediklerinde bile, insanlar bir kere daha hatırlarlar. marifetmiș gibi böbürlenir bazıları da.. değil ki! biz öyle sandık. "unutamıyor hâlâ yazık." dedik. unutursak, mutlu oluruz sandık. peki ya hatırladıkça iyileşsek, olmaz mı? evet, bizi üzen insanlar
İnsanlar sizin suskunluğunuzun üzerine daha iyi olasınız diye gitmezler. Onlarınki kimsenin işine yaramayacak kötücül bir meraktır. O merak, kendilerinin daha iyi durumda olduklarını görüp rahatladıklarında nihayete erer.
Reklam
Sahâbiler ve onlara ihsanla (güzelce) uyan tâbiin ve Ehl-i Sünnet imamları, Allah-u Teâlâ'nın göklerinin üstünde, arşının üzerinde olduğu inancında birleşmişlerdir. Sözleri bu anlamı açıkça ifade eden şeylerle doludur. Evzâi şöyle demiştir:."Biz şöyle derdik -ki aramızda tâbiinden pek çok kimse vardı: Zikri (anlaması) çok yüksek (yüce) olan Allah, muhakkak ki arşının üstündedir ve biz sünnetin getirdiği bütün sıfatlara inanırız." Evzâi bu sözü, Allah'in sıfatlarını ve yüksekte olduğunu inkar eden Cehm'in mezhebinin (Cehmiyye) ortaya çıkışından sonra söylemiştir ki, insanlar selefin görüşünün, Cehm'in görüşlerine aykırı olduğunu bilebilsinler. Seleften hiç kimse, Allah'ın semâda olmadığını, O'nun zâtıyla her yerde olduğunu, bütün yerlerin O'nun için bir olduğunu, O'nun ne alemin içinde ne dışında, ne ona bitişik ne de ondan ayrı olduğunu ve hissi olarak (duyu organlaryla) O'na işaret etmenin câiz olmadığını kesinlikle söylememiştir. Tam tersine yaratıkların Allah'ı en iyi bileni Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem arefe günü veda haccında O büyük topluluğun içinde parmağını göğe kaldırarak Allah'a işaret etmiş ve "Ey Allahım! Şahit ol" diyerek ümmetinin, kendisine verilen görevi onlara bildirdiğine dair ikrarlarına (itiraflarına) Rabbini tanık tutmuştur. Allah'ın salât ve selâmı üzerine olsun.
Sayfa 86
Şunu iyi bil ki, insanlar doğruların yanında yer almazlar. Hak ve hakikatin peşinden koşmazlar: Onlar her zaman çıkarlarının peşinden koşarlar. Eğer senin savunduğun doğrular, onlara bir fayda sağlayacaksa, o zaman senin yanında yer alırlar, ya da öyle görünürler. Yok eğer sağlamayacaksa senin doğruların, onların umurlarında bile olmaz. Senin hak ve hakikat aşkıyla dile getirdiğin doğrular, hele onların çıkarlarına ters düşerse, hepsi birden sana düşman kesilirler. Bir anda hepsi birden seni yok etmeye, çiğ çiğ yemeye çalışırlar.
Sayfa 79 - Dergâh Yayınları - Emin IŞIKKitabı okuyor
Yerliler, mutantların kendilerine özgü özelliklere sahip olduklarını düşünürler. Bunlardan birincisi, mutantların uzun süre açık havada yaşayamamasıdır. Pek çok mutant, yağmurun altında çıplak durmanın nasıl bir duygu olduğunu tatmadan bu dünyadan göçer giderler. Onlar, zamanlarını yapay biçimde ısıtılmış veya soğutulmuş yapılarda geçirirler ve dışarıya çıktıklarında normal bir sıcaklıkta bile başlarına güneş geçer. İkinci özellikleri mutantların artık Gerçek İnsanlar'ın sahip olduğu iyi sindirim sistemine sahip olmamalarıdır. Onlar yiyecekleri toz haline getirir, eritir, kimyasal işlemler uygular ve saklarlar. Doğal besinlerden daha fazla doğal olmayan besinler tüketirler. Hatta bu konuda o kadar ileri gitmişlerdir ki, temel gıdalara ve havadaki polenlere karşı alerjiler geliştirmişlerdir. Kimi zaman mutantların bebekleri, annelerinin sütlerini bile sindiremezler.
Sayfa 166Kitabı okudu
Resûlullah (s.a.v.)şöyle buyurmuştur:
Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilim, bol yağmura benzer; bu yağmur suyu emen iyi bir toprağa yağar ve bol çayır ve ot bitirir. Bir kısım toprak ise su emmeyen sert bir toprak olup, suyu tutar ve biriktirir; Allah Teâlâ o su ile insanları faydalandırır, insanlar ondan içerler, hayvanlarını sularlar ve onunla eker, biçerler. Yine o yağmur öyle bir toprağa yağar ki orası kayalıktır; ne suyu tutar, ne de ot bitirir. İşte, Allah’ın dinini anlayan ve Allah’ın benimle gönderdiği hidayet ve ilimden faydalanan ve onları öğrenip başkalarına da öğreten kimse ile buna kulak asmayan ve benim getirdiğim hidayeti kabul etmeyen kimsenin misali budur.
Sayfa 187 - (M5953 Müslim, Fedâil, 15; B79 Buhârî, İlim, 20)
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.