Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Beklemek, bir şeyin yoluna ve haline girmesini beklemek, beklerken olacak olanın olması için gereken her türlü başka hale geçişlere, kalışlara tahammül etmek ne zor şeydi. Başı da, ortayı da, sonu da bilip beklemek ne tahammülü güç şeydi. Tanrı'nın da yaptığı bu muydu? Baş, orta, son belli, helak kaçınılmaz, ancak önemli olan o zamanı geçirmek, o zamandan geçmek. Ve geldiğinde gelmemiş gibi, bilmemiş gibi, yaşamamış gibi gelmek, rüyayı görüp uyanmak ve "Neyse rüyaymış," demek ve aynı yerden uyumaya devam etmek. Yaşamaya da, ölmeye de yazık. Bu ölüm için yaşamaya, bu yaşamak için ölmeye yazık. Mezarlıklara, servilere, süsenlere, nisan sonunda açan katırtırnaklarına, telaşlı karıncanın adımlarına yazık, mezar taşına konup da bağıran karganın sesine yazık, ölüme ağlayan şaire, yaşam var zanneden filozofun nefesine yazık, şen taklalarla ilk senelerinde koşup zıplayan, ağaçlara tırmanırken seyredilip seyredilmediğini kontrol eden kedinin tırnaklarına yazık, ağdaki balığa, lokantada onu bekleyen anguta, önce ön iki ayağını sonra arkadakileri ovuşturup bu hareketinden büyük kâr ve kisve uman karasineğe yazık, hortumunu sallayan koca file, sanatlı sıçrayışı ile dahi boşluğu dolduramayan yunusa yazık, grafon kâğıdından gelincik ve petunyalara, en pürüzsüz çakıl taşına, kum olmuş zavallıya, sağdan sağdan yürüyen eşeğin inadına, yol kenarlarındaki ısınmış dikenlere, kozalağın içindeki fıstığa, duvara yapışmış yosuna yazık, bu topu binyıllardır çevirip duran sema-i muğlâka, titreyen kanatlara, açılan göğe ve onun katmanlarına, havanın, suyun olduğu, olmadığı yerlere yazık.
Gelmedi... O da bize düşman... Zaten dost olsa bizi gelip bulur muydu?...
Reklam
Hz. Abdullah'ın vefatı üzerine...
Ya henüz beş altı aylık evli olan Hz. Amine? O da mum gibi erimeye başladı, günlerce gözyaşı döktü. Ağlarken birkaç ay sonra dünyaya getireceği Nur Yavrusu'nun ileride Peygamber olacağından haberi var mıydı? Onun, insanlığın gözyaşını dindireceğini biliyor muydu? Bizce meçhul! Bildiğimiz, Nur Yavrusu yetim doğacaktı. Ama Peygamberliği ile insanlığı yetimlikten kurtaracaktı.
Sayfa 49 - Timaş Yayınları,Kitabı okuyor
Ona tekrar tesadüf etse ne yapacak? Hiç! Zaten bir şey yapmak mümkün müydü? Zihninde saflığın bütün saygıdeğerliğinin temiz bir örneği şeklinde duran Lamia'ya karşı küçük bir tutkunluk kelimesini bile affedilemeyecek bir günah olarak kabul ederdi. Bu sessiz aşkta , yalnız bakışların o delicesine sevgi öpücüğünde bir şiir yüceliği vardı ki fazla küçük bir harf onun ruhunu incitebilirdi. İstediği şey , yalnız bir tesadüf etmek , bir dakika daha o siyah gözlerin tesiri altında titreyip kalmaktan ibaretti. Varlığının ta derinliklerinde ruhunu keşfedip de onu kopararak kahreden bir pençe içinde sıkan , ezen , öldüren , fakat hoş bir azap içinde öldüren o siyah gözlerin karşısında bir dakika daha bulunmak , ona , ''Evet , biraz daha sık , biraz daha öldür , oh! Mest oluyorum , öldükçe hayat buluyorum!'' demek isterdi.
Sayfa 134
Sevgi denilen kelimenin bunların yaptığı gibi sıradan bir biçimde, gelişigüzel kullanılması doğru muydu? Sevilmek için çabalayıp dururken ölümü tercih eden karakterlerin anlatıldığı Goethe'nin ya da Shakespeare'in eserlerini düşündüm. Sevginin, aşkın değişmesi nedeniyle partnerlerine bağlanarak onları saplantı hâline getirenlere veya partnerlerine kötü davrananlara dair çıkan haberleri de düşündüm. Ayrıca "Seni seviyorum" sözü karşısında her şeyi affedenlerin hikâyelerini de düşündüm. Demem o ki benim anladığım kadarıyla sevgi denilen şey, uç bir kavramdı. Yani doğru dürüst tanımlanamayan bir şey, zorla bir kelimenin içine tıkıştırılmıştı. Ne var ki bu kelime de aşırı derecede kullanılmaktaydı. İnsanlar, sırf "Keyfimiz yerinde" ya da "Teşekkür ederiz" demek için sevgi kelimesini umursamazca ağızlarına alıyorlardı.
Sayfa 171 - Peta Kitap YayıncılıkKitabı okudu
Düşünün yahu. Ne ben ona bir demet çiçek almıştım Ne o bana bir konser bileti. Hayat bu muydu? Böyle mi yaşamalıydı? Geçip giden trenin son vagonuna atlayamaz mıydık?
Reklam
Beni en çok şaşırtan, söylediği türkünün tutku dolu yakıcılığıydı. Söyleyenin duyduğu coşkuyu başkasında da uyandıran, en gizli düşünceleri canlandıran şeyin bir türkünün neresinde bulunduğunu ne o zaman anlayabildim ne de şimdi biliyorum. Türkü söyleyenin sesi miydi bu, yoksa ruhundan kopup gelen tutkusu muydu, o konuda hiçbir fikrim yok.
Ah günahlar yok muydu; daha şimdiden ruhunda ve teninde kıpraşan tüm cazibelerini gizemlerinden alan, akla hayale gelmeyecek o günahlar...
Gerçekten de deliren sadece o muydu? Yoksa deliliği babasına haksız yere mi atfetmişti? Yoksa bu babanın deliliği mi çocuğun zihnini sakatlamıştı? Georges Bataille'ın bakışı kuşkusuz sanrılarla doludur, fakat asla delirmemiştir.
Garip şeylerden ıstırap çekiyordu. Onun oturduğu sokak, evinin kapısındaki basamak, köşeyi dönüp onun sokağına sapan arabalar falan. Özellikle arabalar üzüyordu onu. Keşke onların bir sonraki sokağa sapmasını sağlayabilseydi. Sokak kapısının yanındaki çöp kutusuna bakıyor, o geçerken de burada mıydı, diye düşünüyordu. Acaba o da bakmış, en üstte duran buruşuk sigara paketini görmüş müydü?
1.000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.