Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Sonra kendi kendine, "İntihar edecek olsam herhalde siyanür yerine fazlaca Veronal ya da ona benzer bir şey alırdım," diye mırıldandı. Anthony Marston'un moraran yüzü gözlerinin önüne geldi, ürperdi. Şöminenin önünden geçerken çerçeve içindeki şiire bir daha baktı. On küçük zenci yemeğe gitti. Birinin boğazında yemek kaldı, kaldı dokuz. Kendi kendine düşündü: Ne korkunç bir ölüm Tanrım! Anthony Marston neden ölmek istemişti?
Cyril sağlıklı bir çocuk değildi. Ufak tefekti... Hastalıklı bile denilebilirdi hatta. Belki de fazla yaşamayacaktı... Bir gün... "Bayan Claythorne, neden kayalara kadar yüzmeyeyim?" Bu soru artık onu rahatsız etmeye, hatta sinirlendirmeye başlamıştı. "Sana göre çok uzak orası, Cyril." "Ama, Bayan Claythorne... Ne olur?" Vera yatağından kalktı. Tuvalet masasına kadar gitti, üç aspirin yuttu. Keşke uyku ilacına benzer bir şey getirseydim, diye düşünüyordu.
Reklam
Senden benimle evlenmeni isteyemem. Çünkü meteliğim yok. Oysa bir zamanlar, üç ay kadar çok zengin bir adam sayılmıştım. Cyril, Maurice'in ölümünden üç ay sonra doğdu. Kız olsaydı..." Bütün yaşamını bu hayal üzerine kurmamıştı, ama, bu yüzden çok ağır bir darbe yemiş olduğunu da kabul ediyordu. Ne yapmalıydı? Şanstı bu. Cyril de fena bir çocuk değildi. Onu çok sevdiğini söylediği de olmuştu. Küçük yeğenini eğlendirmek için onunla oynamaya daima hazırdı. Çocuğa karşı kin duymadığı belliydi.
Seni seviyorum. Seni seviyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?
Reklam
Vera Claythorne yatağında yatıyordu. Uyanıktı, gözleri tavanda sabit bir noktaya dikilmişti. Karyolanın yanındaki komodinin üzerinde duran lamba yanıyordu. Elektriği söndürmeye cesaret edememişti. Kendi kendine düşünüyordu: "Hugo!.. Hugo!.. Nedense bu akşam çok yakınımda olduğunu hissediyorum? Odanın içindeymişsin gibi..." Acaba Hugo neredeydi? Bilmiyordu. Hiçbir zaman da öğrenemeyecekti. Onu bırakıp gitmiş, yaşamından çıkmıştı. Hugo'yu düşünmemeye çalışmanın yararı yoktu. Çok yakınlarındaydı çünkü. Cornwall... Kara kayalar, yumuşak sarı kumsal, Bayan Hamilton ve elinden çekiştirerek koşturmaya çalışan küçük Cyrill... "Ben kayalara kadar yüzmek istiyorum, Bayan Claythorne. Neden kayalara kadar yüzemezmişim?"
Adadan gitmek, küçük evine geri dönmek, arkasından konuşan halkın yüzüne bakmak, bütün dertlere ve endişelere yeniden dönmek istemiyordu. Açık pencereden, kayalara çarpan dalgaların sesi geliyordu.... Ses akşam üstüne göre epey artmıştı. Rüzgâr da gitgide şiddetleniyordu. "Ne huzur verici ses. Her şey huzur veriyor insana burada..." dedi içinden. Sonra, kendi kendine, "Adaların en iyi yanı insanın istediği zaman kaçamamasında... Artık her şeyin sonuna geldin..." diye mırıldandı. Birden adadan hiç ayrılmak istemediğini anlamıştı.
Bu suçlamalar deli saçmasıydı. Kahrolasıca bir delinin saçmaları. Buraya geldiklerinden beri... Ne zaman gelmişlerdi buraya? Daha o gün öğleden sonra gelmişlerdi, ama sanki çoktandır buradaymışlar gibiydi. "Acaba ne zaman gidebileceğiz adadan?" diye düşündü. Yarın, yarın tabii. Karşı sahilden motor gediği zaman... Garip, şu dakikada adadan gitmeyi hiç de istemiyordu...
Acaba doğru mu davranmıştı? Davranışı belki çirkin, belki utanç vericiydi. Ama kimse bundan ötürü onu suçlayamazdı. Hatta kendi bile. Ya o güzel kız... Meçhul ses onu da suçlamıştı. Bir çocuğu öldürmüş sözde... Saçma... Emily Brent katilmiş sözüm ona. Aynı alayda birlikte çarpıştıkları Tom Brent'in yeğeni. Bu kadar nazik ve kibar bir hanımefendinin katil olamayacağını kör olsa anlardı.
Reklam
Ondan sonra o da halka aldırmamaya başlamış, kendi kabuğuna çekilmişti. Herkesin, aleyhinde konuştuğunu hissetmek hiç de hoş bir şey değildi. Üzerinden yıllar geçmiş ve olay anlamsız bir anı haline gelmişti. Leslie öleli yıllar olmuştu. Arthur Richmond da öyle. Artık olayların onca hiçbir önemi kalmamıştı. Yaşamı bomboştu. Ordudaki eski arkadaşlarını aramaktan çekiniyordu. Eğer Armitage konuştuysa onlar da her şeyi öğrenmişler demekti.
"Biz ölumlüler yaşamla ölümü ayıran bir çizgi üzerinde yaşamaktayız."
Ondan sonra o da halka aldırmamaya başlamış, kendi kabuğuna çekilmişti. Herkesin, aleyhinde konuştuğunu hissetmek hiç de hoş bir şey değildi. Üzerinden yıllar geçmiş ve olay anlamsız bir anı haline gelmişti. Leslie öleli yıllar olmuştu. Arthur Richmond da öyle. Artık olayların onca hiçbir önemi kalmamıştı. Yaşamı bomboştu. Ordudaki eski arkadaşlarını aramaktan çekiniyordu. Eğer Armitage konuştuysa onlar da her şeyi öğrenmişler demekti. Ve şimdi.. Bu gece... Meçhul bir ses o eski öyküyü yeniden ortaya atmıştı.
Karısının ölümünden sonra ordudan ayrılarak Devon'a yerleşmişti. Dünyanın şirin bir köşesinde, çevresinde iyi komşuları olan güzel bir eve sahip olmayı hep istemişti. Sonunda böyle bir evi olmuştu. Ara sıra ava çıkabiliyor, iyi havalarda balık da tutabiliyordu. Her pazar aksatmadan kiliseye gidiyordu. Kasabada herkes kendisine çok iyi davranıyordu. Bu bir süre böyle devam etti. Ama sonraları halkın, arkasından bir şeyler konuştuğundan kuşkulanmaya başladı. Nedense herkes kendisine başka türlü bakıyordu. Sanki bir şey işitmişlerdi. Dedikodular ne kadar da çabuk yayılıyordu. Yoksa Armitage bir şey mi söylemişti?
Geri199
1.500 öğeden 1.486 ile 1.500 arasındakiler gösteriliyor.