Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Acaba kilise, mistisizmin aşırılıkları karşısında neden hep alarma geçmiştir? Bütün bu kavram, dogma ve kutsallaştırmaların, coşku ateşi tarafından biçim ve imgelerle bir­likte yakılması tehlikesi nedeniyle. Oysa, mistik kendinden geçmenin doğası, Kilise için bir korunma unsuru içermek­teydi. Coşkunun aydınlığına yükselmek, biçimden ve imge­den arınmış bir seyirin yalnız yüksekliklerinde başı boş dolaşmak, tek ve mutlak ilkeyle birleşmeyi tatmak; bütün bun­lar mistik açıdan bir anın tekil bir lütfundan ibaretlerdi. Yük­sekliklerden aşağı tekrar inmek gerekiyordu. Aşırıların, peşlerindeki kayıp çocuklarla birlikte panteizm ve uçukluklar içinde kayboldukları da doğrudur. Buna karşılık diğerleri (ve büyük mistikler bunların arasından çıkmaktadırlar), iba­det usullerinin içine bilgece yerleştirilmiş esrarlar sistemiyle onları bekleyen Kilise'ye her zaman geri dönüyorlardı. Kilise, mistik ruhlara, belli bir anda tanrısallık ilkesiyle tam bir güvenlik içinde ve bireysel uçukluk tehlikesi olmadan tema­sa geçme olanağını sunuyordu. Kilise, mistik enerjiden tasarruf ediyordu ve işte bu nedenden ötürü mistisizmin onu teh­dit eden tehlikelerinden korunabiliyordu.
Her şeyi genel bir tipe indirgeme konusundaki bu eği­lim, bireysel çizgileri ayırmayı ve sınıflandırmayı becereme­diği iddia edilen Orta Çağ ziniyetinin bir zayıflığı olarak kabul edilmiştir. Fakat Orta Çağ insanı, şeylerin tekil özellik ve nüanslarını biliçli şekilde bir yana bırakmaktadır. Derin bir idealizmin sonucu olan bağımlılaştırma ihtiyacı, onu bu şekilde davranmaya yöneltmektedir. Söz konusu olan, tekil çiz­gileri ayırma yeteneksizliğinden çok, şeylerin anlamını, bunların mutlakla olan bağlantılarını, genel anlamlarını açıklamaya yönelik bilinçli iradedir. Kişisel olmayan, öneme sahip olandır. Her şey, model, örnek, ölçü olmaktadır.
Reklam
Orta Çağ insanı, bir şeyin doğasını veya nedenini bilmek istediğinde, bu şeyin çizgilerini genel fikrin doğrultusunda uzatacaktır. Söz konusu olan ister siyasal, ister toplumsal, is­terse ahlaki bir sorun olsun işe her zaman onu evrensel bir il­keden çıkarsayarak başlamaktadır. En sıradan şeyler, bu ba­kış açısından ele alınmaktadır.
Simgecilik, Orta Çağ düşüncesinin hayat soluğu gibiydi. Yokolmaya veya tamamen mekanik hale dönüşmeye başla­dığında, tanrı tarafından istenilmiş olan bağımlılıkların de­vasa yapısı artık bir ölüler kenti haline geliyordu. Şeyler ara­sındaki ilişkileri, onların özsel sayılan nitelikleri doğrultusunda gören sistematik bir idealizm, katılığa ve kısır bir sı­nıflandırmaya yönelmektedir.Kavramları çıkarsamacı bir şe­kilde bölmek, daha alt bölümlere ayırmak çok kolaydır. Ma­nevi gökyüzü, bu durumda az veya çok keyfi, sonsuz sayıda takım-yıldız barındıracaktır. Soyut bir mantığın kuralları dı­şında, sınıflandırmanın içindeki hataları ortaya çıkartacak hiçbir düzeltici bulunmamaktadır; zihin kendini aldatmakta ve yarattığı sisteme olan güveni fazlasıyla değerli bulmaya yönelmektedir.
Simgecilik, müziğin bizde uyandırdıklarına benzeyen, ilham yoluyla hissedilen ilişkilerin kusurlu çevirisiydi. Vide­mus nunc per speculum in aenigmate. Bir esrarın karşısında olunduğu bilinci bulunmaktaydı, fakat şekiller aynanın için­de farkedilmeye çalışılıyordu. İmgeler, ancak başka imgele­rin aracılığıyla açıklanabiliyorlardı. Simgecilik, bizzat yara­dılışın aynasının karşısında tutulan ikinci bir ayna gibiydi. Her kavram, şekle sokulu veya resimsel hale gelmişti. Dün­yanın temsili, bir katedralin ay ışığındaki dinginliğine ulaş­mıştı ve düşünce burada uykuya yatabilirdi.
Uyum, bütün ruhani alanlar arasında hüküm sürmekte­ dir. Eski Ahid, Yeni'sini haber vermektedir, dindışı tarih bu ikisini de yansıtmaktadır. Her fikrin etrafında, tıpkı kaleydoskoptaki gibi simetrik bir şekil oluşturan başka fikirler gruplanmaktadır. Nihayet bütün simgeler, İsa'nın kanı ile etinin şarap ve ekmeğe dönüşmelerinin meydana getirdiği merkezi esrarın etrafında gruplanmaktadırlar. Burada, sim­gesel benzerlikten daha fazlası, özdeşlik vardır. Mayasız kut­sal ekmek İsa'nın kendidir ve papaz bunu yerken, gerçekten İsa'nın mezarı haline gelmektedir. Her simge, en yüksek es­rarın gerçekliğine katılmakta; her anlam, mistik bir birliğe ulaşmaktadır.
Reklam
Skolastik anlamdaki her gerçekçilik, insanbiçimciliğe gö­türmektedir. Zihin, fikre gerçek bir varoluş atfettikten sonra, bu fikri yaşarken görmek isteyecek ve bunu ancak onu kişi­selleştirerek sağlayabilecektir. Alegori işte böyle doğmuş­tur. Alegori, simgecilikle aynı şey değildir. Simgecilik, iki fi­kir arasında esrarlı bir bağlantı keşfetmekte, alegori bu bağ­lantının kavranışına görünür bir biçim vermektedir. Simge­cilik, zihnin çok derin bir işlevidir. Alegori ise yüzeyseldir. Simgesel düşüncenin kendini ifade etmesine yardıma ol­makta, ama aynı zamanda canlı bir fikri bir figürle ikame ederek, onu tehlikeye sokmaktadır. Simgenin gücü, alegori­nin içinde tükenmektedir.
Sayfa 303Kitabı okudu
Ortak özellikler üzerine dayandırılan simgesel benzeştirme, ancak bu özelliklerin şeylerin özü olarak kabul edil­meleri halinde anlama sahiptir. Dikenlerin ortasında açmış beyaz ve pembe güllerin görülmesi, Orta Çağ zihniyetinde hemen simgesel bir benzeştirmeye yol açacaktır: örneğin ­infazcıların arasında şanlarıyla parıldayan bakireler veya din şehitleri benzeştirmesi. Benzeştirme meydana gelmektedir, çünkü yüklemler aynıdır: güzellik, sevgi, saflık; güllerin renk­leri, aynı zamanda bakirelerin (beyaz) ve din şehitlerinin (kan kırmızısı) de renkleridir. Fakat bu bağlantı, ancak sim­gesel kavramın iki terimini birbirine bağlayan bağlaç, onla­rın ortak özlerini belirten mistik bir anlama sahip olabilecek­tir. Başka bir ifadeyle, kırmızı ve beyaz renkler eğer miktarsal tabana dayalı fizik bir adlandırmadan daha öteye geçe­rek, bağımsız gerçekler olurlarsa, bu mistiki anlam ortaya çı kacaktır. Vahşinin, çocuğun ve şairin düşüncesi, onları asla başka şekilde görememektedir.
Sayfa 302Kitabı okudu
Simgecilik, nedensel bakış açısından, adeta düşüncenin bir cins kısa devresi gibi ortaya çıkmaktadır. Düşünce, iki şey arasındaki bağlantıyı, bunların nedensel ilişkilerinin giz­li dolambaçlarını izleyerek aramak yerine, bir sıçrama yap­makta ve bu bağlantıyı neden ile sonuç arasındaki bir yakın­lık olarak değil de, anlam ile amaç arasındaki bir yakınlık olarak, aniden keşfetmekteydi. Bu cinsten bir bağlantı, iki şeyin, genel bir değere aktarılabilen özsel bir niteliğe birlikte sahip oldukları an kendini dayatabilirdi. Veya deneysel psi­kolojininn diliyle: herhangi bir benzerlik üzerinde temellenen her ortaklık, hemen özsel ve mistik bir yakınlık fikrini belir­leyebilir. Eğer burada kalınırsa, zihnin oldukça zayıf bir işle­yişi söz konusu olacaktır. Üstelik, eğer etnolojik açıdan bakı­lacak olursa, bu çok ilkel bir işleyiş olacaktır. İlkel düşünce­nin işleyişi içinde, belirli bir şeyin kavramının içinde, ayırım hatları birbirine karışır. Bunun devamında bu düşünce, be­lirli bir şeyin kavramının içine, ona herhangi bir ilişki veya benzerlikle bağlanan tüm kavramları dahil eder. İşte bu da simgeciliğin çok yakınında yer alan bir durumdur.
Sayfa 301Kitabı okudu
Simgeciliğin üzerinde geliştiği psikolojik zemin işte bu­radadır. Tanrı'da hiçbir şey anlamsız değildir: "nihil vacuum neque sine signo apud Deum", bu söz azize İreneaus'a aittir. Her şeyin aşkın bir anlamı olduğuna yönelik kanaat, kendini formüle etmeye uğraşacaktır. Tanrısallık figürünün çevresinde, her şey onda bir anlama sahip olduğundan ötürü, hepsi de onunla bağlı olan simgesel figürlerin görkemli sistemi bil­lurlaşacaktır. Evren, tıpkı geniş bir simgeler bütünüymüşçesine açılmakta, bir fikirler katedrali olarak dikilmektedir. Bu, dünyanın en ritmik kavrayışı, ebedi uyumun çok sesli ifade­sidir.
Sayfa 300Kitabı okudu
Reklam
Orta Çağ, eğer anlamın dolaysız işleviyle ve olgusallı­ğıyla sınırlandırılacak olursa, her şeyin saçma olacağını ve bunun tersine, her şeyin özü gereği öte dünyaya yöneldiğini hiçbir zaman unutmamıştır. Bu düşünce, tamamen dinsel olan düşüncelerin dışında bile, bizim için alışılmış bir şeydir. Kim, olağan şeylerin bildik anlamlarının dışında ve daha de­rin bir anlama sahipmişe benzedikleri anlar yaşamamıştır ki? Bu duygu bazen her şeyi, ne pahasına olursa olsun çözül­mesi gereken sırlar ve tehditlerle dolu olarak gösteren ölümcül bir kavrayış biçimine bürünmektedir. Daha da sık olmak üzere, bu duygu bizi bazen dünyanın bu gizli anlamının içinde yer aldığımıza ikna ederek, içimizi sükunet ve güven­le doldurmaktadır. Bu duygu, her şeyin oradan kaynaklandığı tek ilkeye ne kadar bağlanırsa, bir berraklık anının ilhamı o denli sürekli bir kanaat haline dönüşme eğilimine girecek­tir. "Şeyleri yaratan güçle ilişkimizin anlamını besleyerek, bunları kabul etmeye daha yatkın hale geliriz. Doğanın dış çehresinin değişmeye ihtiyacı yoktur, anlamlar değişirler. Ölüm meydana gelir ve işte bu, tekrar hayata dönüşür. Birine ilgisizlik veya sevgiyle bakılmasına yol açan, varolan değişmedir... Her şeyi tanrıda gördüğümüz ve onunla bağlantı kurduğumuz zaman, bayağı şeylerin içinde yüce anlamları okuruz".
Sayfa 300Kitabı okudu
Eğer simgesel kavrayış her şeyi, her figürün kendi yerini bulduğu geniş bir sistemin içine almasaydı, sona ermekte olan Orta Çağ düşüncesinin içinde erime tehlikesiyle karşı karşıya olduğu imge bolluğu, kaos halindeki bir görüntü oyunundan ibaret kalırdı.
Sayfa 299Kitabı okudu
Bu dönemin yürek sızlatan dindarlığı, daha önce de gör­düğümüz üzere, zengin ve renkli bir temsile yönelmekteydi. Zihin, esrarı, ona algılanabilir bir biçim vererek kavradığına inanmaktaydı. Sözle anlatılamayan maddi işaretler içinde tapma ihtiyacı, sürekli yeni figürler yaratmaktaydı. İsa'ya yöne­lik taşkın sevginin görülebilir nesneleri olan haç ve kuzu, XIV. yüzyılda yetersiz kalmışlardır; bunlara İsa'nın adına tapma eklenmiş ve bu da haç figürünü gölgede bırakmaya yönelmiştir.
Sayfa 298Kitabı okudu
Safça laubalilikten bilinçli saygısızlığa geçiş anını yaka­layamıyoruz. Daha XV. yüzyılda yerleşik inançlara karşı çı­kan biri olarak gözükmek ve müminlerle alay etmekten hoş­lanılmaktadır.
Sayfa 239Kitabı okudu
Orta Çağ sonunun ruhban düşüncesi, ölüme ilişkin ola­rak ancak iki uç nokta bilmekteydi: dünyevi şeylerin kısalığın­dan yakınma, ruhun kurtuluşuna sevinme. Bu ikisinin arasın­daki bütün duygular ifade edilmeden kalmaktaydılar. Duy­gu, çirkin ve tehditkar ölümün gerçekçi temsilinin içinde taş­laşmaktaydı.
Sayfa 219Kitabı okudu
103 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.