“Eğer bu süfli dünyada ne kadar yavaş bile olsa iyileşme ve gelişmeye yönelik hiçbir umut yoksa, şeylerin daha iyi bir düzen içinde olmasına özlem duyan ve aslında bu dünyayı ondan vazgeçemeyecek kadar çok seven kişi, kaçınılmaz olarak ümitsizliğe düşer.”
"sanat, doğası gereği hayatın daha eksik ve daha az dolaysız bir ifadesini verme durumundadır."
Darağacında bile mertebeye bağlı şeref dikkate alınmaktaydı. Örneğin Ahırlar Nazırı Saint-Pol için, darağacı bolca zambak çiçeğiyle süslenmişti; üzerinde diz çöktüğü yastık ve gözlerine bağlanacak mendil al kadifedendiler ve cellat daha
Aliénor daha ileride şöyle demektedir: “kocanın iki yıl boyunca matem kıyafeti giymesi gerekir, hiç değilse yeniden evlenmeyenler böyle yapmalıdır”.
Ve yüksek mertebedeki kişiler, prensler yeniden evlenmekte epeyi hızlıdırlar; IV. Henri’nin reşit olmaması nedeniyle Fransa naibi olan Bedford dükü, yalnızca beş ay sonra evlenmiştir.
Matemden
Ölüm görüntüleri, hiçbir yerde Paris’teki Innocents mezarlığında olduğu kadar hatırlatıcı bir şekilde biraraya getirilmemişlerdir. Zihin burada, ölümün bütün işkencelerini tamlığı içinde tatmaktaydı.
Herşey buraya, dönemin çok canlı bir şekilde tattığı kutsal dehşeti vermek için katkıda bulunmaktaydı.
Kilisenin adlarına ithaf edildiği
Ulrich von Hutten'in iyi bilinen "O saeculum! O literae! Juvat vivere!" (Ey dünya, ey edebiyat, yaşamak ne kadar sevinç verici bir şey!) nidası insandan çok, okumuşun heyecanını ifade etmektedir.
Kahramanı veya bilgeyi taklit etmek herkesin harcı değildir; hayata epik veya çoban hayatına ait bir renk katmanın bedeli yüksektir. Böylece bu güzellik düşü, onun kökünde yer alan bir günahmışçasına, yalnızca aristokrasiye ait olma kusurunu taşımaktadır.
Orta Çağın sonlarında hâlâ ilke olarak, tanrı ile dünya arasındaki tercihten başka bir şey yoktu: dünyevi tad ve güzellikleri ya tam reddetmek, ya da bunları, ruhunu tehlikeye sokarak cesurca kabul etmek.