İnceleme
Tarihlere konu olmuş Sırbistan - Bosna Hersek sınırı üzerinde, doğu ile batıyı birleştiren yahut ayıran 
Drina Köprüsü 16. yüzyıldan başlayarak bize dönemin hemen hemen her şeyini sunar.
Sokullu Mehmet Paşa'nın memleketi olan Vişegrad kasabasının doğuşu, işgali, kültürel yapısı, halkın efsanevî inanışları, deyimleri, savaş, salgın hastalıklar, göç; hepsi köprü üzerinde akıp giden hikâyelerle birlikte geçmiş bizi kitaba bağlar. Tarihi dokuların zaman içindeki değişimine ve dönüşümüne tanık eder.
İvo Andriç acıyı da, sevinci de, katliamı da gayet çarpıcı ve gerçekçi bir şekilde anlatmış. Köprünün asırlar sonrası bile ayakta kalmış oluşu bizleri gururlandırmaktadır.
Osmanlı Devleti'nin bölgede hüküm sürdüğü dönemde yapılan Drina Köprüsü (Sokullu Mehmet Paşa Köprüsü), Vişegrad şehrinde Mimar Sinan tarafından inşa edilmiş en önemli tarihi miraslardan biri. Bir gün gidip o tarihi kokuyu almak kısmet olur inşallah. Yazarın üçlemesinin son kitabı olan 
Travnik Günlüğü ile yakın zamanda buluşmayı isterim. Keyifli okumalar
Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'da kurduğu mahkemelerin, Müslümanlarla Hristiyanlara aynı şekilde muamele edip etmediğini anlamak istiyordu. Fatih, mağlup milletlerin mahkemelere alışma aşamalarındaki korkularını ortadan kaldırmak için, onlardan kendisine işinin erbabı iki papaz tavsiye etmelerini istemişti. Papazlara da bütün işlemlerle ilgili kendisine haber verilmesini tembihlemişti. Bu papazlar rivayetlere göre, birkaç sene mahkemelerin teftişine memur edilmişlerdi. Yine rivayetlere göre papazlar saraya gelmişler ve padişaha sundukları raporda, aşağıdaki ifadeleri yazmışlardı:
Padişahımız tarafindan eyaletlerde kurulan mahkemeler, buradaki gibi vazifelerine devam edecek olurlarsa, padişahımız emin olsunlar ki; şanlı ve güçlü devletleri, az bir zaman içerisinde büyük bir konuma yükselecek ve içerisinde bulunan sadık tebaalarının huzuru ve mutluluğu sonsuz olacaktır.
Osmanlı Devleti, adaleti ile nüfuzunu tesis edip güçlendirdiği sırada bütün Avrupa kavimleri, savaş ve ihtiläller gibi felaketler içerisindeydi. Bati ve kuzey milletleri de henüz vahşetten kurtulamamışlardı. Bu yüzden, her taraftan dalga dalga gelen mülteciler Osmanlı topraklarına sığınıyorlar ve Osmanlılardan koruma talep ediyorlardı. Yahudiler, baskıdan ve zulümden kurtulmak için İspanya'dan firar etmişlerdi. Yine Ermeniler zulümden ve Kazaklar da Rus esaretinden kurtulmak için Osmanlı topraklarına gelmişlerdi. Bunlar, tarihi inceleyenlerin bildiği şeylerdir. Bu muhacirlerin tamamı, özgürlüklerini ancak Osmanlı toprağında bulabiliyorlardı.
Kitap İncelemesi: İttihat ve Terakki
Şark meselesinin, Avrupa'nın emellerine ve menfaatlerine uygun olarak çözülmesini bekleyenler, ortaya çıkan her türlü karışıklık karşısında bugün yanılmışlardır. Yanılmalarının gerçek sebebinin ne olduğunu anlamaya çalışmalıdırlar. Bana kalırsa bunun sebebi, Osmanlı Devleti'nde yaşayan farklı milletlerin doğası, adet ve emelleri ile ülkenin coğrafi konumu, etnografyası ve tarihi olaylarıyla ilgili bilgilerinin açıklayıcı olmamasıdır.
Erkan Baş "bilim tarihi" okumuş. Okuduğu alanda Osmanlı tarihinden ne kadar ders gördü bilmiyorum ama "Lale Devri"ne fena hâlde takmış durumda...
İmamoğlu da Erkan Baş'ın "Lale Devri nasıl bittiyse sülale devri de bitecek" çok önemli, müthiş buluş öz deyişini tekrarlamış bir mitinginde... Bir partinin önde gelen
Asker, vali merkezi otorite olan Padişahı ciddiye almıyordu.
II. Osman'ın kardeşi IV. Murat devlette ki tüm otoritersizliği eleşitirirp, askerim tam ittat alatına alınmadığı taktirde, devletin elden gideceğini ve devletle beraber hepsinin yıkılacağını, atalarından kendisine emanet olan devleti yıkmamak için her tedbirde kusur etme niyetinde olmadığını, zorbalık taslayanların derhal yok edileceğini söyledi.
Unuttuğunu Hatırladın mı?
