Siz siz olun, rakamlarla aranızı düzeltin yavrum. Liselere ekonomi tarihi mi koyarsınız, milli gelir muhasebesi mi anlatırsınız, bir yolunu bulun, Osmanlı'yı doğru okuyun.
Murad ve Bayezid zamanında Yenicerilerin sayısı 1.000den azdır.Fatih Sultan Mehmed zamanında 1.200 ve Osmanlı İmparatorlugu'nun en yüksek zamanı olan Kanuni Sultan Suleyman zamanında ise 12.000,2. Mahmut zamninda 140.000dir.
Anıtkabir inşaatı 1943'te başladı ve 10 yıl sürdü. Ankara caddelerinde gerçekleştirilen ve bir önceki bölümde ayrıntılı bir şekilde anlatılan törenin ardından Anıtkabir 10 Kasım 1953'te resmi olarak açıldı. Ancak, herhangi bir inşaatın başlayabilmesi için önce müsait bir yere ve uygun bir tasarıma ihtiyaç vardı. Anıtkabir için yer
Mustafa Kemal Paşa için artık tarihî görev başlamış bulunuyordu. Bundan sonra Osmanlı Devleti, bir süre, adeta iki elden idare edilecekti. Çünkü Mustafa Kemal Paşa her gittiği yerde halkın arasına girecek, İstanbul Hükümeti gibi onları sükûnete değil, tersine olarak harekete geçirmeye çalışacaktı; yine o, sadece bir komutan olmayacak, valiler ve milli teşekküllerle muhabere eden, Türk milletini, düştüğü kötü durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen, bunlara çare arayan cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı.
Mustafa Kemal Paşa için artık tarihî görev başlamış bulunuyordu. Bundan sonra Osmanlı Devleti, bir süre, adeta iki elden idare edilecekti. Çünkü Mustafa Kemal Paşa her gittiği yerde halkın arasına girecek, İstanbul Hükümeti gibi onları sükûnete değil, tersine olarak harekete geçirmeye çalışacaktı; yine o, sadece bir komutan olmayacak, valiler ve milli teşekküllerle muhabere eden, Türk milletini, düştüğü kötü durumdan haberdar eden, memleketin dertlerini dert edinen, bunlara çare arayan cemiyetler toplayıp kararlar alan bir önder olacaktı.
Ankara'daki Etnografya Müzesi Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu (1888-1982) tarafından tasarlanmış ve 1925 ile 1928 yılları arasında inşa edilmişti. Koyunoğlu İstanbul'da eğitim görmüş ve Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarında mimar olmuştu. Birinci Dünya Savaşı'ndaki askerlik hizmetinin ardından Ankara'ya geçmiş, Şeriye ve Evkaf Vekaleti İnşaat ve Tamirat Heyet-i Fenniyesi ile çeşitli tarihi eser restorasyonu projelerinde çalışmıştı. Bundan birkaç sene sonra, Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk yıllarında, kendi mimarlık ofisini açtı; bugün "Birinci Ulusal Mimarlık" akımı olarak adlandırılan üslupta, Ankara'nın ilk kamu binalarının bazısına imzasını atacaktı. Çoğunlukla Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti arasında bir köprü kuran Koyunoğlu gibi mimarlar tarafından uygulanan bu üslup, geleneksel Osmanlı motiflerini; Beaux-Arts ekolünün simetri, eksensellik ve abidevilik gibi plan ilkelerinden derin bir biçimde etkilenmiş tasarımlara aşılamak suretiyle, mimaride Türklük kavramını temsil etme denemesiydi.
Sarayındaki Rum bilginleri ve İtalyan hümanistleri kendisine Roma tarihi okurlarmış. Bir Rum olan Yorgos Trapezuntios, bir şiirinde kendisine şöyle hitap etmiştir: "Kimse kuşku duyamaz; Romalılann imparatorudur o. İmparatorluk tahtını kim elinde tutuyorsa gerçek imparator odur; İstanbul da Roma İmparatorluğu'nun merkezidir".
Yeri gelmişken hemen belirtelim ki Çin Müslümanları ile Osmanlı Devleti arasında bu yüzyıldaki ilk büyük yakınlaşma, Sultan Abdülaziz dönemine tesadüf eder. 1865'ten 1877'ye kadar Doğu Türkistan'da bağımsız bir devlet kurmayı başaran Yakup Bey, Sultan Abdülaziz'e elçi göndererek kendisini halife olarak tanıdığını bildirip tazimlerini sunmuştu. Sultan II. Abdülhamid zamanında uygulanan Panislamist politikanın da etkisiyle sadece Doğu Türkistan'da değil, başta Pekin olmak üzere Çin'in farklı bölgelerindeki Müslümanlar da gerek Cuma ve gerekse bayram namazlarında hutbeyi II. Abdülhamid adına okumaya başladılar. Böylelikle evvelki dönemlerde Abbasi halifeleri adına okunan hutbe, doğrudan doğruya dönemin Osmanlı sultanına çevrilmiş oluyordu. Sayıları 30 milyon civarında tahmin edilen Çin Müslümanları nazarında Osmanlı Devleti, İslam âleminin lideri konumundaydı.
Hanedan, I. Dünya Savaşı öncesinde artık eski ihtişamının çok uzağında kalmış ve âdeta Prusya liderliğinde 1871'de kurulmuş olan Almanya'nın gölgesinde eski bir monarşi durumuna düşmüştür. Hatta 1938'de Avusturya, yaşadığı buhranların da etkisiyle Hitler Almanya'sıyla birleşme yoluna gidecektir.
1867'den itibaren Avusturya-Macaristan İmparatorluğu olarak anılmaya başlanan devletin son 70 yılına İmparator Franz Josef damgasını vuracaktır. Talihin garip bir cilvesi olarak Avusturya Habsburgları tarihleri boyunca sürekli mücadele içinde oldukları Osmanlı Hanedanı ile aynı kaderi paylaşacak ve I. Dünya Savaşı sonrasında iktidarlarını kaybedeceklerdir. Belli dönemlerde Kutsal Roma Germen İmparatorluğu, Avusturya, İspanya, Portekiz, Hırvatistan, Bohemya, Erdel, Meksika, Toskana, Modena, Parma gibi bölgelerin idarecisini yapan bu köklü hanedanın hükümdar olan son üyesi, 1922 yılına dek Macaristan tahtında oturacaktır.
Savaşın, Osmanlı Devleti için ezici bir hezimet olmasının en önemli nedeni , Osmanlı ordularının çok çabuk ve çok kötü yenilmeleridir. Bulgar, Sırp ve Yunan orduları kısa bir sürede o kadar geniş topraklar ele geçirmişlerdi ki, onları eski sınırlarına çekebilmek Avrupalı diplomatlar için tümüyle imkansızlaşmıştı. Zaten bu devletlerden yıllardan