Ana dilim üzerinde düşünmeye koyuldum: Türkçenin derinliklerine dalınca gözlerime on sekiz bin âlemden daha yüksek bir âlem göründü. Bu âlemin süsler, bezekler içinde enginleşen göğü, dokuz gökten daha üstündü. Bu erdemler, yücelikler hazinesinin incileri, yıldızlardan daha parlaktı.
Bu âlemin bahçesine daldım, gülleri güneşler gibiydi. Her yanında göz görmedik, el ayak değmedik neler neler vardı! Ama bu tılsımın yılanları pek korkunç, bu güllerin dikenleri pek yamandı.
Bu satırlar, bir daha üzerinde sapsarı başakları özgürce salınan bir bereket ülkesinin doygun son neslinin yurttaşları olarak okuyacağınız son satırlardan biri olabilir. Beni en çok korkutan ve geleceğe dair endişelendiren bir meselede düşüncelerimi yazıya döktüğüm bu yazılara sebep olan şirketin adını kapattım ki bir hukuki sorun doğmasın. Çünkü
Prof. Dr. ilber Ortaylı
"Mülteci dediğimiz 10 bin, 50 bin olur. Onlar da geçici; şartlar iyileşince kendi yurtlarına gönderilir. Gayri resmi 13 Milyon mültecinin olduğu bir ülkede mülteci değil, üstü örtülü bir istila vardır. Bu ileride Türkiye'nin başını çok ağrıtacak." 🕊️
Eylül'deki yazın son birkaç serin günü
hatırlatır sonbaharın ufuktan göründüğünü
yelkenleri paramparça bir gemi gibi
insan sonbaharda düşünür nedense ölümünü
ölüsünü sararmış yaprakların örttüğünü
dergilerde unutulmuş bir ka vga resmi gibi