Atsız'a Milletvekilliği Teklif Ediliyor: Halkın belki de yarısının gönül verdiği Menderes ve arkadaşları idam edilmişti ama memlekette yaprak kımıldamamıştı. Türkiye seçim sath-ı mâiline girmişti. O günlerde Atsız'a da milletvekilliği teklif edildi. Erk Yurtsever anlatıyor: "2 Eylül 1961, Cumartesi günü saat 11 suları... Telefondaki
İçine doğru yayılan sıcaklık akımını oluşturan şeyin onun parmağının baskısı mı, yoksa pürüzsüz objenin yeni ve çılgınca hissi mi olduğunu bilmiyor- du. Ama Clay'in parmağı kıvrımlarının içine doğru inerek içine girdiğine, dışarı biraz daha ıslaklık aktı.
"Elime akman çok uzun sürmedi."
"Azgınlığımın hızı seni hayal
Yeni burjuva devletinde yargılama hakkı artık kralın kullandığı bir ayrıcalık olamazdı ya da yerel aristokratların kılıcına, tacına ve ipine teslim edilemezdi. Böylece Parlements; Bastille'le sonuçlanan "mühürlü mektuplar", senyöral ve dinî mahkemeler; eski rüşvet odakları unutuldu. İngiltere ve Amerika'da olduğu gibi yargının yürütmeden bağımsız olduğu ilan edildi. Yargı sadece “ulusa” (yani oy kullanma hakkı olan vatandaşlara) bağlı olacaktı. Yargı herkese eşit ve adil biçimde hizmet edecekti. Belediyeler, iller ve ulusal düzeyde mahkeme başkanlarının seçimle geldiği, ceza davalarında jürilerin seçimle oluşturulduğu mahkemeler kuruldu. En üstte iki ulusal yargı makamı kuruldu: Temyiz Mahkemesi ve bakanların, kamu görevlilerinin, devlet düşmanlarının yargılandığı Yüksek Mahkeme, ki ikincisi 1793’te kurulacak Devrim Mahkemeleri için beklemeye başlanmıştı. Muhteşem "eşitleyici" giyotin, zamanı gelince (Mart 1792’den sonra), aristokrat kılıcı ya da baltası ve köylü ilmeği yerine tüm idam cezalarının uygulanmasında kullanılacaktı.
Peki, kısıtlı veya yeteneklere uygun şekilde kısıtlanmış bir oy hakkıyla kitlelerin verdikleri oylarda gelişme görüleceğini mi varsaymalıyız? Bunun doğruluğunu bir an için bile düşünemem. Bunun sebebi de terkibi ne şekilde olursa olsun toplulukların zihnî seviyelerinin düşüklüğüne dair daha önce söylediklerimde görülebilir. İnsanlar kitlenin içinde daima eşitlenirler ve umuma dair meseleler söz konusu olduğunda kirk akademisyenin oyu, kırk sakanınkinden daha makbul değildir. İmparatorluğun yeniden kurulması gibi genel oy hakkının suçlu bulunduğu hadiselerde oy kullananlar yalnızca âlimler ile eğitimlilerle sınırlandırılmış olsaydı dahi neticenin de- ğişebileceğini hiç zannetmiyorum. Bir kişinin Yunanca veya matematik bilmesi yahut mimar, veteriner, doktor, avukat olması, o kişinin toplumsal meselelerde özel bir kavrayışa sahip olduğu anlamına gelmez. Bütün iktisatçılarımız iyi eğitimli kişilerdir, çoğunluğu profesör veya akademisyendir. Ancak üzerinde mutabık oldukları himayecilik veya çift maden sistemi tek bir genel mesele var mıdır? Bunun sebebi, kişilerin sahip oldukları ilmin, aslında toplumsal cehaletin epeyce seyreltilmiş hâlinden ibaret olmasıdır. Çok sayıda bilinmezin devreye girdiği toplumsal meseleler karşısında bütün cehaletler eşitlenir.
Dolayısıyla seçmenler sadece ilim sahibi kişilerden oluşsaydı da bu kişilerin oyları bizi şimdikinden daha iyi bir sonuca ulaştırmazdı. Onlar da kendi hislerine veya destekledikleri partinin ruhuna göre hareket edeceklerdi. Halihazırdaki güçlüklerin hiçbirinden kurtulamayacağımız gibi bir de kastların ağır zorbalığına maruz kalırdık
Orada yaşadığım yıllarda Amerika bayağı tutucu bir yerdi. 1960 yazında kız arkadaşım Eva ile Long Island 'daki Long Beach'e gitmiştik. Mevsim başı olduğu için plajda az sayıda insan vardı. Mayolarımızı giyip denize doğru yürürken bir görevli yaklaştı ve nazik bir tavırla plajı terk etmemizi, o kıyafetle orada olamaya- cağımızı söyledi. Yani kovulduk. Çünkü bir Fransız olan Eva'nın üzerinde bikini vardı, bu onun için çok doğaldı, benim için de öy- le. Eva sık kullandığı "Bu vahşiler ülkesi..." ile başlayan tiradını söylerken oradan ayrıldık. Bu olaydan sekiz yıl önce, 1952'de, Türkiye güzelimiz İtalya'da Avrupa güzeli seçilmiş, oradaki ya- rışma sırasında muhafazakâr bir bikini giymişti. Kaldı ki Eva'nın mayosu da şimdikiler gibi minimalist değildi.
1921 yılında New York'ta, kırk yaşında iki kadın oturup birbirlerini izliyorlardı. Margaret Sanger ve Katharine Dexter McCormick, değişik Amerikalılardı, yüzyılın ilerleyen dönemlerinde kadınların hayatlarını değiştirmek için herhangi bir Amerikalı ya da Avrupalı siyasetçiden çok daha fazlasını yapacaklardı. Amaçları, kadınların kendi
Washington Tribune: "Ateş hattının ortasındaki 4500 askerin bir mucize yarattığını biliyoruz. Türklerin fedakârlıkları ebediyyen aklımızdan çıkmayacaktır."
Time: "Türk Tugayının cesaretli savaşı , tüm Birleşmiş Milletler Kuvvetlerinde çok olumlu bir izlenim yarattı."
Abend Post: "Kore savaşlarının sürprizi Çinliler
Saat 9'u 25 geç...
Matem halindeki Dolmabahçe Sarayı tek el silah sesiyle irkildi.
Sedef kabzalı Smith Wesson'ın namlusundan çıkan mermi, adeta çığlık gibi koridorları dolaştı. Koştular hemen alt kata ... Kanlar içinde yerde yatıyordu. Kalbine dayamış, tetiğe basmıştı.
Salih Bozok...
Mustafa Kemal' in yaveriydi.
Her biri beş bin, on bin insandan oluşan kabileler vardır. Ama on bin kişi bir tane oy verir; o da ağanın oyudur. Eğer ağayı satın alırsan -bir cübbeye, bir çıngırağa satın alınan- on bin oy elde edersin.
Oy vermek ve sahneye çıkmak yeni verilmiş haklar. Cumhurbaşkanımız Kemal Atatürk dünyaya öncülük yapıyor. Türk kadınları bu hakları savunmalı çünkü gelecek bizi geçmişe dönmekten korumaz.
-yahudinin şapkası ve inkilaplar-
“selâhattin gözleri parlayarak koşa koşa merdivenlerden inmişti ve daha o inişi duyar duymaz ben anlamıştım yahudi'nin onu kandıracağını: çok da sürmedi. elinde o tuhaf çanta, başında şapka, yahudi, bahçe kapısına yürürken: siz boşuna inmeyin istanbul'a, diyordu. siz bana gene bir mektup yazınız, ben
Belediye Başkanlığı döneminde AKP ve FETÖ ile de ilişkiler kurmuş. Mesela FETÖ okullarını ziyaret etmiş, ziyareti yaparken de defalarca o ilin imamı olan Ömer Sezgin ile görüşmüş, Kendisine sorulduğunda "CHP'ye oy toplamak için cemaat okullarını gezdiğini ve FETÖ imamıyla sık sık bu nedenle bir araya geldiğini söyleyen belediye başkanı,
Yapısal reform ile reformu ya da yeni düzenlemeyi karıştırma- mak gerekir. Yapısal reform bir çerçeveyi, bir yaklaşımı, bir zihni- yeti değiştirme hamlesidir. Mesela demokrasiyi iyileştirmek, güç- ler ayrımına ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir çerçeveyi temel sistem olarak kabul etmek için Anayasa'da yapılacak düzenlemeler yapısal reform örneğidir. Buna karşılık ceza yasasının aksayan bir maddesini değiştirmek ve aksayan bir uygulamayı düzeltmek yapısal reform değil bir düzeltmedir. Bununla birlikte bazen öy- le önemli bir yasa maddesi söz konusu olur ki o maddede bir de- ğişiklik yaparak birçok alanda düzeltme sağlanabilir. O zaman bu düzenleme de yapısal reform sayılabilir.
1996'ya dönelim. Rand Corporation bir rapor hazırlamış ve dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Tayyip Erdoğan'ın Başbakan, dönemin Refah Partisi Milletvekili Abdullah Gül'ün de Dışişleri Bakanı olacağını yazmıştı. Türkiye'ye bu raporu Aydınlık, "Abramowitz, Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor" başlığıyla sunmuştu. Dönemin Cumhuriyet gazetesinden Leyla Tavşanoğlu, Doğu Perinçek'le röportaj yapmış, Perinçek şu ifadeyi kullanmıştı: "ABD Tayyip Erdoğan'ı Başbakan, Abdullah Gül'ü de Dışişleri Bakanı yapacak. CIA'nın yan kuruluşlarından Rand Corporation'ın yayın organında da bu yazıldı." Nitekim benzer bir lafı eski CIA'cı Graham Fuller de, 2001'de Aktüel dergisine verdiği röportajda söyleyecekti. Fuller yeni partinin (AKP) mimarının da Fetullah Gülen olacağına işaret etmişti.