Affetmek için önce hatırlamak lazım. Yarayı gömmek, onu defnetmek değil, bilakis onu ışığa, gün yüzüne çıkarmak lazım. Gizli kalmış bir yara, mikrop saçar ve zehrini artırır. Hayat kaynağı olsun diye şu hâlde yaraya göz atmak, ona kulak kabartmak lazım. T. Guenard, Plus fort gue la haine
Arzunun çölündesin be kardan adam. Artık ne yana baksan bir peri-suret, ne yana baksan hayal, ne yana baksan... Artık deja vu'nün karlı çölündesin, mıhlandın oraya, mahrumsun büsbütün seyyaliyet imkânından. Kar ruhunu kapladı. Yaprak dahi kımıldamıyor, yalnız göğsünü kabartan nefesin. Ebedi kış, ebedi kımıltısızlık! Her yer karanlık. Ruhun ayazda. Ve cehennemi bir süküt! “Ah, perde bir kez daha aralansa!” deyip duruyorsun esefle içini çekerek. * Ah bir aralansa!” Şimdi beklemek, şimdi sabır en büyük eza sana...
Reklam
“Kendimi öylesine bırakmak, kendimi unutmak, uyumak isterdim,” diyorsun Roguentin gibi, “Heyhat yapamıyorum, boğuluyorum: Varoluş her yandan bana nüfuz ediyor, gözlerimden, burnumdan, ağzımdan...” Ya sonra? “Ama birden, evet aniden, perde yırtılıyor, anladım, gördüm.” Neyi anladın kardan adam, neyi gördün, neydi o yırtılan perde? Neydi o bir anlığına şimşek gibi kendini gösteren, sonra hemen çekiliveren varlığın yırtmacından? Neydi o şey seni böyle heyecanlandıran? Aniden perde yırtılıyor. Ve yine birden kapanıveriyor. Geride yakıcı bir hasret bırakarak. Gör bak nelere mal oluyor gözün bir anlık sarkıntılığı!
Duygulanımlarımız içerisinden geliyor dünya bize ve aynı zamanda bız duygulanımlarımızla biçimlendiriyoruz dünyayı. Güzel bakınca güzel görüyoruz, kötü bakınca kötü. Güya dünya orada, oysa dünya bizde. Dünya ile ilişkimiz daima kendimizden hareketle. Ya da şöyle: Dünya kendimizden kendimize hareketin tam da orta yerinde. Sabır ve onun eksiklı kipi sabırsızlık da dâhil bu harekete. Hakeza umut ve karamsarlık da. İnkıbaz ve inbisat da.
Yine, yeniden yolculuk görünüyor bana, Koyu buluttan henüz çıkmışım, Kervanla birlikte şehre doğru yol alıyorum. Sen yoksun hâlâ. Kalabalık içinde yalnızlık bu defa da. Yokluğunda varsın ama, benimlesin, Özvarlığıma dâhil var-yok arası varlığın. Yoksa sen de mi koyu bulutun içindesin, kör kuyunun dibindesin? Sen de mi oradan çıkarılmayı bekliyorsun? Gel, bekliyorum. Bekle, geliyorum...
Hava rüzgârlı, içim de öyle. Yanımdan geçiyor aşinası olmadığım silüetler. Elektrik faturasının son günü; bunu hatırlıyorum, “Hay aksi!” diyorum kendi kendime. Sağa dönüp caddeye sapıyorum. Dünyadayım bunu anlıyorum ve fark ediyorum dünya varmış ama sen hâlâ yoksun. O gariplik bir kez daha yokluyor ta derunumdan beni. Rüzgâr hafifçe esmeye devam ediyor, içim dalgalanır gibi oluyor. Bir mısra mırıldanıyorum, kıpırdıyor dudaklarımın ucu: İstanbul'un orta yeri sinema...
Reklam
Dal dünyama, dalabilirsen; sislen biraz olmaz mı, hislen biraz bencileyin! Sana değmek istiyorum, olmuyor; sisten gözümü alamıyorum. Ne-yer'deyim, sen yoksun. Bende amâ yalnızlığı, bende kavurucu ıssızlık! Şimdi gel gelebilirsen yamacıma, sokul bulutuma, bakraç sarkıt ya da kuyuma. Atla çiti, geç dereyi, arala perdeyi. Geçit bul “olmadan önceki” hâle. Sise bulan biraz, olmaz mı? . Yoksa göçtü de kervan, kalakaldım mı dağlar başında!?
Dünyaya doğru kendimden çıkmak istiyorum arada bir; çıkmak, çıkmak... Buna can atıyorum bazı anlarda; temas arzusu depreşiyor derunumda; ne mümkün ama, kendim dediğim içine yuvarlandığım, içinde yuvalandığım dipsiz bir kuyu -başaramıyorum. Biri gelse kuyunun başına, bakracı sarkıtıp da beni görüp “hâzâ gulâm!” dese diye nefesimi tutmuş bekliyorum Yusuf gibi. Ve hâlâ hâlâ hâlâ kendi içime, içimin kuyusuna düşmeye devam ediyorum ağır ağır; çekilmekteyim içe, dibe, kendime; özvarlığıma doğru emilmekteyim mütemadiyen. Sise gark olmuş bir hâlde kendi boşluğuma yuvarlanmaya devam ediyorum habire; bir yere tutunmak nafile!
Doğrusu, “Dünyada garip bir yolcu gibi ol!” hadis-i şerifi yolumu aydınlatıyor. Gelgelelim garipliği/mi ne yapsam kanıksayamadım bir türlü! Zaten nasıl olabilir ki bu?! Fikrimce bura'dan-olma-ma ve dolayısıyla yerini yadırgayıp kendini yeryüzünde yersiz bir fazla olarak duyumsama tarzında ortaya çıkan bu asli gariplik hâletiruhiyesi, çıtkırıldım özneliğin tam da özüne içkin bir şey. Daha ziyade, mevcut durumun sınırlarını işaret eden sınır-durumlarda faş olan ve öznenin künhünü ele veren bir hâlet bu.
Önsöz ve Teşekkür
Postmodern
Postmodern
önsöz ve teşekkür ..... Daha önce muhtelif yerlerde okuyucu ya da dinleyiciyle karşılaşan yazıların tamamı gözden geçirildi, belirli yerler yeniden kaleme alındı, bazı eklemeler ve çıkarmalar yapıldı. Giriş bölümü ise neredeyse bütünüyle bu kitap için yazıldı; burada sadece bölümün son paragrafı olan
Reklam
Düşüncelerime hükmümü geçiremiyorum, onlar boyuna, ardı ardına düşüyorlar, düşüyorlar, düşüyorlar zihnime... Akışı durduramıyorum. Zapturapt altına almak ne mümkün! Düşünceler iradi bir üretim değil, varit şeyler: düşen, düşüveren, gelen, geliveren şeyler!
Heidegger'de varolmak (existieren), dünyada olmaktır zaten; oysa Levinas, "varoluşu üstlenmenin [henüz] dünyaya girmek olmadığı"nı söylemektedir.
Sayfa 86
İsmet Özel
Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır. Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat Yaylım ateş, bombardıman, güldürücü gaz Şairsin! Arkanı dönme! Neyin var sen de fırlat! Hiç olmazsa şu inkisarı kağıda geçir, sonuna kadar yaz Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden Hiç deneme
Sayfa 78
Ben bana çivilidir, isa'yla çarmıh neyse' H. Yavuz
Sayfa 76
Her şeyin bu muhayyel yıkımından sonra, geriye şu veya bu şey değil ama Var olgusu kalır.
Sayfa 62
447 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.