Orada Kimse Var Mı? ilimcephesi.com/orada-kimse-var... Özkan Gözel -Kim Bulmuş Ki Yerini,syf:19-26
Bedenin Rüyası ilimcephesi.com/bedenin-ruyasi/amp Özkan Gözel -Kim Bulmuş Ki Yerini,syf:95-97
Reklam
“Meğerki neymiş,” demiş hevesi kursağında kalan, “ah ne aymazım ben, yine görmüşüm bedenin rüyasını.” Hayreti hüznüne baskın, ruh devam etmiş: “Meğer o da hep beni görürmüş rüyasında. Meğer aynı kumaştanmışız ha! Demek, ben ancak onun rüyasında kanat çırpmaktaymışım, vay canına! Bedenin rüyasıymışım ben! Can kafesinde mahpusum yine, o uyanınca.”
Ölümden değil, yaşamdan yana olmak. Bir ağaç dikmek, bahçeyi çapalamak, ayrıksı otlardan arındırmak, toprağı karıştırmak, havalandırmak, tazelemek. Güneşte yanıp gölgede serinlemek, Bir ağaç altı bulup orada gölgelenmek. Ve kısa bir öğle uykusu: derin ama kısa; ve dinlendirici. Uyandın. Dinlenmişsin. Bir bardak çay, demli. Hafif bir esinti. Tekrar koyul çapalamaya, çabalamaya. “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!””* Güneş çekiliyor. Akşam. Evine dön. Kapıyı kapa, rüzgâr dışarıda kalsın. Umut ve dua: Güneş yarın yeniden doğsun. Güneş doğsun ve manasızlığı boğsun. Çapalanan topraktan bir mana filiz versin. Bir sürgün göğe doğru yükselsin, ağır ağır, ama güvenle... Çabamız bir şeye değsin, değsin ve bir değişimi başlatsın ve bir değer yaratsın. Bir değeri olsun çabamızın. Çabaladığımıza değsin. Toprağa karışan çabamız bir sürgün versin. Bir fidan olsun bu sürgün, bir ağaç, bir orman. Bir orman, kayrana açılan. Güneş şavkısın bu kayranda. Ve biz kayrana karışalım. Parça olalım, bir şeyin parçası.
Sabah sabah bir bardak çay, demli / Üzerimde uykunun sersemliği. Çayla “merhaba” de sabaha, o seni anlar. Karıştır çayını sabaha karşı, ağır ağır tütsün dumanı. Kekre-hoş tadı çayın, damağında: “Karıştır çayını zaman erisin / Köpük köpük, duman duman erisin.” Sabahlar çayla keyfolunur. Yudum yudum keyfe çayla gelinir sabah sabah. Çayla sabah -tadı öyle çıkar zamanın. Köpük köpük böyle çıkar mahmurluğu gecenin, karıştırıp çayını püskürtürsün böylece gece artıklarını. Yudum yudum, köpük köpük, nefes nefes çek gündüzü kendine, çek onu bir solukta ağır ağır içine. Selametle geceyi, ayaküstü el sıkışıp ve güne merhaba de sıkıca boynuna sarılıp. Güfte belli, beste sana kalmış: Dün dünle gitti cancağızım / Bugün yeni şeyler yapmak lazım.” En nahâru hayrun min en-nevm.
Sabah. Yine, yeniden sabah! Yeni bir sabah bir yenilikle mi gelir bize? Sabahın tazeliği tazeler mi bizi? Umalım ki öyle olsun. Umalım ki yeni bir gün bize yenilenme imkânını da getirsin. Gün, tazeliğini bize açsın; döksün kucağındaki taşları önümüze, bize muştusunu taşısın. Sanalım ki dün dünle hepten gitti, bugün, henüz ağarmakta olan gün, tüm yenileyiciliğiyle bekliyor kapımızda! Aman kovmayalım elin garibini. Zinhar, yoksa gelmez bir daha geri! Alamıyorsak bile onu içeri, sıkıştırıp eline üç beş kuruş, gönlünü hoş edelim bari.
Reklam
Biliyor musun ömrün ipucu, püf noktası, iz ve alamet aramakla geçecek, kısacası mucize beklentisiyle. Bir gün adam olurum umuduyla geçecek ömrün. Mantık merakın da beklentilerine bir eklenti olarak kırık hayaller arşivinde alacak yerini. “Yağız atlı süvari koştur atını koştur.” Sonunda bu yolun kıvrımları nereye çıkar? Dağın ardında dağ, dağın ardında dağ, dağın ardında ne var? Tırmalaya tırmalaya açtığın iz neyin izi? İz sürerek neyi umuyordun, neydi bekleyedurdugun, kimden idi neyeydi umudun, 'ne zaman ne zaman deyip durmayı ne zaman bırakacaksın? Nedir şu iptilan, nedir şu pas encore“(henüz değil) duygun?
Çadırın aralığından süzülen sabahın serinliği sıvazlayacak yüzünü -günün ilk jesti. Gecenin ayazı sırtında, dönüyorsun yorgana sarılı, bilmem kaçıncı kez. Dışarıda ayazla serinliğin arbedesi. Mahmursun, gidiyorsun uykuyla uyanıklık arasında: kopuşun ilk çıtırtıları. Yorganın altındasın; kendi nefesin kulaklarında. Dışarıda uğultu, dışarıda rüzgâr. Gidip geliyorsun. Yorgan seni bırakmıyor, dışarıda münakaşa: yeni günle gece artıkları arasında. Günün ilk ışıkları süpürüyor karanlıktan artakalanları ve loşlukları bir bir boğuyor. Münakaşa sonlanıyor bu fasıl da.
Başlamanın önemi üzerine birkaç not. Başlamak ilk adımı imlemez yalnızca. Her şey rüşeym hâlinde başlangıçtadır: Gidişat ve vargı bir imkân olarak başlangıçta dürülüdür. Başlangıcın itkisiyle bir şey açılmaya başlar. Kendi başına, başlı başına bir serimleme, bir açımlama |imkânı)dır başlangıç. Başlangıç sadece işin başında olan değildir; ama bizzat işin başıdır başlangıç. İş sanki başlangıçta rüşeym hâlinde toplaşıktır; inzal ve menzil onda dürülüdür. Bir kere başlayınca artık terk edilen bir şey değildir başlangıç. Biz yürüdükçe kendini açar o. Biz yürüdükçe anlamlaşır, biz yürüdükçe anlamlanır başlangıç. Bu anlamda sürecin çıkış noktası değildir başlangıç. O, sürecin yüreğidir. Sanki süreç sürdükçe o, yüreğe doğru yol alır. Ve sanki süreç başlangıca doğru yol alıştır.
Onlar, öyle bir yakınlık isterler ki, uzaklığa benzesin; öyle bir vuslat talep ederler ki, onda ayrılık olsun. İmâm-ı Rabbâni, Mektübat Yapıştım sana, seni bırakamam. Ayrılık varsa da bir başka bahara. Oysa bu hesapta yoktu. Öylesine tanışıklardık, merhabalaşırdık, en fazla hasbihâl eden iki ahbaptık. Zaman zaman senden sıkıldığımı da itiraf etmeliyim. Bazense senden sıdkımın sıyrılması da cabası. Hey, şu hayatta neler oluyor! Yoksa müptela mı oldum sana. Tanrı yazdıysa... Mesafe meftunuyum ben. Hep bir mesafe olsun isterim. Gel gör ki yapıştım sana. Bir yapışkanlık ki üredi vücudumda. O kadar yapıştım ki nefes alamıyorum, kesiliyor nefesim. Mesafe ey Rab mesafe!
Reklam
Affetmek için önce hatırlamak lazım. Yarayı gömmek, onu defnetmek değil, bilakis onu ışığa, gün yüzüne çıkarmak lazım. Gizli kalmış bir yara, mikrop saçar ve zehrini artırır. Hayat kaynağı olsun diye şu hâlde yaraya göz atmak, ona kulak kabartmak lazım. T. Guenard, Plus fort gue la haine
Arzunun çölündesin be kardan adam. Artık ne yana baksan bir peri-suret, ne yana baksan hayal, ne yana baksan... Artık deja vu'nün karlı çölündesin, mıhlandın oraya, mahrumsun büsbütün seyyaliyet imkânından. Kar ruhunu kapladı. Yaprak dahi kımıldamıyor, yalnız göğsünü kabartan nefesin. Ebedi kış, ebedi kımıltısızlık! Her yer karanlık. Ruhun ayazda. Ve cehennemi bir süküt! “Ah, perde bir kez daha aralansa!” deyip duruyorsun esefle içini çekerek. * Ah bir aralansa!” Şimdi beklemek, şimdi sabır en büyük eza sana...
“Kendimi öylesine bırakmak, kendimi unutmak, uyumak isterdim,” diyorsun Roguentin gibi, “Heyhat yapamıyorum, boğuluyorum: Varoluş her yandan bana nüfuz ediyor, gözlerimden, burnumdan, ağzımdan...” Ya sonra? “Ama birden, evet aniden, perde yırtılıyor, anladım, gördüm.” Neyi anladın kardan adam, neyi gördün, neydi o yırtılan perde? Neydi o bir anlığına şimşek gibi kendini gösteren, sonra hemen çekiliveren varlığın yırtmacından? Neydi o şey seni böyle heyecanlandıran? Aniden perde yırtılıyor. Ve yine birden kapanıveriyor. Geride yakıcı bir hasret bırakarak. Gör bak nelere mal oluyor gözün bir anlık sarkıntılığı!
Duygulanımlarımız içerisinden geliyor dünya bize ve aynı zamanda bız duygulanımlarımızla biçimlendiriyoruz dünyayı. Güzel bakınca güzel görüyoruz, kötü bakınca kötü. Güya dünya orada, oysa dünya bizde. Dünya ile ilişkimiz daima kendimizden hareketle. Ya da şöyle: Dünya kendimizden kendimize hareketin tam da orta yerinde. Sabır ve onun eksiklı kipi sabırsızlık da dâhil bu harekete. Hakeza umut ve karamsarlık da. İnkıbaz ve inbisat da.
Yine, yeniden yolculuk görünüyor bana, Koyu buluttan henüz çıkmışım, Kervanla birlikte şehre doğru yol alıyorum. Sen yoksun hâlâ. Kalabalık içinde yalnızlık bu defa da. Yokluğunda varsın ama, benimlesin, Özvarlığıma dâhil var-yok arası varlığın. Yoksa sen de mi koyu bulutun içindesin, kör kuyunun dibindesin? Sen de mi oradan çıkarılmayı bekliyorsun? Gel, bekliyorum. Bekle, geliyorum...
442 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.