Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Heidegger'e göre, insanın özü varoluşunda yatar. O, olduğu şey değildir, ama olmakta olandır; varlığı henüz tamamlanmış değildir çünkü. Onun varoluşuna daima bir nevi noksanlık ya da borçluluk içkindir. İnsan ancak ölümün vuku bulmasıyla kapanıma uğrar yani tamamlanmış olur. Ölüm ömrü mühürleyen şu istisnai olaydır, zira o zaman hayat defteri dürülmüş ve imkânlar kapanmıştır kesinkes. Keza o zaman insan, imkânlarını tümüyle tüketmiş olarak artık neyse o haline gelmiştir. Heidegger'de ölüm, hayatla karşıtlık içinde düşünülmez, bilakis ölüm tüm bir varoluşa yayılmış olarak düşünülür. Bu bakımdan, ölüme-doğru-olma ifadesi insan varlığının egzistansiyal bir tasvirini dile getirir.
Heidegger ölçülebilir özellikteki saatlerin zamanı, yani kronolojik zaman ile varoluşta ifadesini bulan ve onu özsel olarak harekete geçiren asli zaman arasında bir ayrıma gider ve ikincisinin önceliğini vurgular. İnsan asli zamanı esasen sonlulukta ve sonluluktan itibaren yani “ölüme-doğru-olma”da tecrübe eder.
Reklam
İnsanın ölüm önünde duyduğu endişe (Angsf) onu lüzumsuz iş ve ilişkilerden çekip çıkartır ve onu kendi öz varlığına odaklanmaya ve öz varlığına (ve bu varlığa içkin imkânlara) dikkat ve ihtimam göstermeye sevk eder. İnsan, bu endişenin sevkiyledir ki biricikliğine sahip çıkarak onu herhangi biri olarak kuran herkes'in (das Man) hâkimiyetinden kurtulur, kalabalığın sıradan bir unsuru olarak davranmayı bırakır ve tekilleşerek kendi olur. Ölümü metanetle beklemeyi öğrenme, insana kendi öz varlığına odaklanma ve yeri doldurulmaz biricikliğini idrak etme imkânını sağlar ki bu yolla insan, kendindeki herkesleşme eğilimine dur deyip onu denetim altına alır. Ölüm önünde endişe, Dasein'ın hayatını felç etmek şöyle dursun, onu sahici bir varoluşun nasıl olması gerektiğini tefekkür etmeye sevk eder ve bu surette o tüm hayatını yeniden gözden geçirip tanzim etmeye yol bulur. Daha önce yani
Metafizık, Heidegger'e göre, Batı felsefe geleneğini özünde karakterize eden şeydir tam olarak. Ona göre metafizik, Platon'dan Nietzsche'ye kadar tüm bir Batı felsefe tarihine damgasını vurmuş ve nihai anlamda da nihilizm olarak tezahür etmiştir. Modern bilim ve teknoloji ise gerçekte metafizik geleneğin uzantılarından veya somutlaşmış biçimlerinden başka bir şey değildir.
: “Varlığın hakikati” bir örtüsünü-açma'dır; bu örtüsünü-açma'da varolan varlıktan kaynaklanan tam bir ışık altında ortaya çıkar, belirir, kendini gösterir. Son olarak, Heidegger'in anlayışına göre, hakikat-olmama hakikate yani gizlenmişlik gizlenmişlikten-çıkmaya aittir; bu da demektir ki hakikat kendini açtığı gibi kapatabilir yani gizleyebilir de. Modern çağda biz varlığın kendini daha ziyade gizlenmişlik suretinde gösterdiği bir dönemi yaşamaktayızdır.
Çağımızı karakterize eden nihilizmin varlığın geri çekilişi ve insanın varolanlar çoklusu içinde varlığı unutuşu ile asli bir bağlantısı vardır. Burada çağımızın teknoloji çağı olduğunu ve teknolojinin hâkimiyetinin de metafiziğin nihai aşaması ve ifadesi olduğunu hatırlayalım. Nitekim Heidegger'in de yakından takip ettiği Ernst Jünger (6. 1998) 1945'ten sonra nihilizm ile teknoloji (modern teknik) arasında doğrudan bir bağlantı kurmuş ve teknolojinin insana, dünyaya ve doğaya hâkim olma yolunda Nietzscheci “güç istenci”ni ifade ettiğini öne sürmüştür.
Reklam
Heidegger'e göre, modern teknik de bir tekhne, dolayısıyla “açığa-çıkma” olmakla birlikte, burada “açığa-çıkma” Greklerdekine nazaran kökten bir biçimde yeni bir anlama bürünmüştür. Söz konu olan artık kendinde bir şeyin görünür kılınması, açığa çıkarılması yani basitçe üretilmesi değil ama onun matematik ve fizik ölçülere vurularak kullanıma amade bir “kaynak” (Bestand) haline dönüştürülmesidir. Bu surette her şeyi nesneleştirme ve ölçülüp hesaplanabilir hale getirme eğilimi modern tekniği, şu hâlde teknolojiyi karakterize eden şeydir. Bu her şeyi niceleştirme eğiliminin felsefi kökleri, 17. asra, Descartes'ın (6. 1650) matematikten esinlenme kesinlik (certitude) talebine, bilimdeki kökleri ise Galileo (6. 1642) ve Newton'a (6. 1727) varmaktadır. Modern bilimin özü tam da doğanın matematikleştirilme tasarısında yatmaktadır.
Heidegger'e göre teknolojinin özü “çerçeveleme”de (Gestell) yatmaktadır. Açığa-çıkarmanın bir tarzı olarak teknoloji, varolanları faydalılık esasına göre çerçeveleyerek açığa-çıkarır. Açığa-çıkarılan “varolan” artık “şey” değil, hatta “nesne” bile değil ama Bestandtır yani işletime ve kullanıma yönelik “kaynak”tır. Sözgelimi teknolojik mantık ile bakıldığında, bir orman kereste deposundan, bir nehir enerji kaynağından, bir dağ maden yatağından ibarettir her halükârda. Varlıkla asli bağı içinde orman olarak ormanın, nehir olarak nehrin ve dağ olarak dağın anlamı buharlaşmıştır artık, zira varolanla varlığın arasına teknoloji bir ayraç olarak girmiştir. Heidegger, varolana bir saldırı ve onu açığa çıkmaya provoke etme olarak teknolojık çerçeveleme eğiliminde “varlığın unutuluşu”nu teşhıs eder ki bu unutuluş, düşünüre göre, çağımızda “güç suretinde tezahür etmektedir.
Bugün temel sorun, tek tek teknolojik araçlar değildir, bu araçların hayatlarımızı maddi olarak doldurması ya da işgal etmesi olgusu değildir; zira bu, yalnızca bir sonuçtur. Temel sorun, bu sonucun altında yatan mantıktır, dolayısıyla * güç iştenci” olarak tezahür eden ve varlıkla kurulan ilişkinin çarpık bir tarzı olan Batı metafiziğidir. Bu metafizik ve onun uzantısı olarak modern bilim, bilgiyi doğa ve diğer insanlar üzerinde tahakküm kurmaya yarayan bir imkân olarak anlamıştır. Bilgiyle kurulan ve tahakkümü getiren bu ilişki tarzı, insan ilişkileri dâhil hemen her şeyi niceleştirme ve dolayısıyla araçsallaştırma eğilimini yani teknolojik mantığı doğurmuştur. Heidegger'in bakış açısıyla ifade edecek olursak, bugün asıl sorun veya tehlike sözgelimi cep telefonlarının yaydığı radyasyon değildir veya hatta şu ya da bu çapta bir çevre felaketi değildir. Ama zihinlerimizin ya da düşünme tarzımızın giderek artan bir şekilde teknolojik mantığın esareti altına girmesi, buna koşut olarak da insanın giderek kullanıma yönelik bir “kaynağa” dönüşmesi tehlikesidir.
Descartes kesin bir jest ile hakikati (verite) kesinliğe (certitu. de) eşitler; ancak kesin olan hakikidir ona göre." Kesinlik arz eden bir varolan şey her zaman ne ise odur; bu da demektir ki “dunyanın tecrübe edilen varolan şeylerinde onların asıl varlığını oluşturan şey sürekli kalıcılık karakteri... taşıdığı gösterilebilen şeydir.” (SZ: 96-97; VZ: 146) Şu durumda “sürekli kalıcılık” (subsistance) özelliği arz eden şey vardır ancak. Bu şeyleri de yalnızca matematik yoluyla bilebiliriz. Bu durumda varlığın ya da dünyanın varlığının matematik açıdan anlam ifade etmeyen bölgeleri veya kısımları meşkuk olmakta ya da en azından bilgi açısından güvenilmez addedilip konu dışı bırakılmaktadır. Böylece matematik yoluyla erişilebilir olan varolanlar, gerçekten varolanlar olarak ya da varlığı oluşturan asıl şeyler olarak öne çıkmaktadır, öylesine ki burada Kartezyen dünya tasavvuru ve ona içkin tözsellik anlayışı yoluyla bellı bir bilme tarzının sağladığı bakış açısı genelleştirilerek bir bakıma dünyaya “dayatılmaktadır.” Heidegger'in tabiriyle, Descartes dünya fenomeninin ve ondaki varolan şeylerin kendilerini kendilerinden göstermelerine “izin vermemektedır.” Giderek de varlığı “kalıcı el-önünde-bulunuş” (stândige Vorhandenheit) olarak anlamakta ve “kanıtlanmamış bir varlık duşuncesi zemini"nden hareketle dünyaya sözümona asıl varlığını “buyurmaktadır.” Descartes'in bu bakımdan “en
Sayfa 118Kitabı okudu
458 öğeden 291 ile 300 arasındakiler gösteriliyor.