İncelemeye kitapta geçen şu alıntıyla başlamak istiyorum:
"Muazzam zaferlerle gözlerimiz kamaşmış olmalı ki, bir zafer tarihi inşa eden insanları göremez olduk...(#104262311)" Bu sözün doğruluğunu kitabı okuduktan sonra gerçekten anlıyorsunuz. O büyük zaferlerin ardında padişahları yüreklendiren, padişahlara
Halkı hayatı boyunca Selehaddin'den tek konuda şikâyetçi oldu: Hep asık suratlı oluşundan yakındılar.
Bir dönem şikayetler o kadar arttı ki, bir cuma imamı, halkın sesine tercüman oldu: Hutbede, tebessümün faziletlerini anlattı. "Halkına karşı güler yüzlü olmayan idarecinin, halkından sevgi ve saygı bekleme hakkı yoktur."
Sultan Selehaddin, bunu duyar duymaz imamın ziyaretine gitti:
"Galiba beni kastettiniz?" dedi.
Yönettiği ülkede hak - hukuk vardı. İmam hiç korkmadan, teklemeden "Evet" deyiverdi, "sizi kastettim."
Selehaddin Eyyûbî, derin bir iç çekişten sonra:
"Hocam" diye konuştu, "Allah Resûlü'nün miraca çıktığı Mescid-i Aksa haçlıların elinde, Hazreti Ömer'in emaneti Kudüs esir; bu durumda ben nasıl güleyim?"
Ve hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Aç bakalım Emsile'yi. Darabe (dövmek) fiilini çek!"
Talabe Emsile'yi açar:
"Darabe, durube" gibisinden bir şeyler mırıldanır.
Çalışmamıştır...
Molla Gürani'nin kaşları çatılır, gözlerinden ateşler dökülür:
"Olmadı Mehmet Efendi..."
Üstüne basa basa kendisi çekmeye başlar "darabe" fiilini:
"Döverim...Seni döverim...Seni öyle bir döverim ki!.."
Sesini yükseltir:
"Eşek sudan gelinceye kadar döverim!"
Şehzade hırsından ve utancından ağlamaklıdır. Dudakları titrer. Dişleri kenetlenir. Gözleri nemlenir.
Bu sondur. Oracıkta kararını verir: Artık derslerini aksatmayacaktır.
Ve bir daha aksatmaz.
"Oğulcuğum! Şeyh Edebali bizim boyun (obanın-aşiretin) ışığı ve yüreğidir. Terazisi ince tartar, dirhem şaşmaz? Bu yüzden beni kır, Şeyh'i kırma; bana karşı gel, ona karşı gelme...
Bana karşı gelirsen üzülürüm ama ona karşı gelirsen gözlerim bir daha sana bakmaz olur.
Sözüm Edebali'yi korumak için değil, seni korumak içindir!
Oğulcuğum! Bu dediklerimi vasiyetim say, ona göre uy."
Osman Gazi de buna göre yaşadı ve yaşantısıyla da torunlarına örnek oldu.
Molla Gürani'nin, talebesi Fatih'e, "Zafer bazen mağlubiyet kılığında gelir, hükümdarın mağlubiyet gibi gördüğü zafer, zafer sandığı mağlubiyet olabilir." demesinin kaynağı Hudeybiye Barışı'dır.
Sancağa çıkarılan şehzade, bölgedeki en meşhur tasavvuf şeyhinin rahlesine diz çöker ve "derviş" olurdu. Osmanlı geleneğinde tasavvuf çok önemsenirdi. Geleceğin padişahının yüreği tasavvufla yumuşatılır; insanın kıymeti, adaletin ehemmiyeti öğretilirdi. Osmanlı padişahlarının zulme kaymaması, kendi dinlerinden ve inançlarından olmayan kavimlere bile şefkatle muamele etmesi bundandır.
"Mehmed'im, bil ki ilim kılıçtan önce gelir. İlmin zaferi kalıcı, kılıcın zaferi geçicidir. Kılıcın zaferi zaman içinde eskir, aşınır, hatta izi bile kalmaz olur ama fikrin zaferi zaman ihtiyarladıkça gençleşir, parıldar ve tesiri artar."
Selçuklu Devleti'nin kurucusu Sultan Alp Arslan'ın imkânı sınırlı, umudu sınırsızdı. Devletini yıkmaya gelen Bizans İmparatoru Romanos Diogenes'i yeneceğine inanıyordu...
Ve nihayetinde umduğuna kavuşturuldu.
Her başarılı padişahın yanında "başucu kitabı" olarak şu dört kitap mutlaka bulunurdu:
1. Kur'an-ı Kerim
2. Hadis-i Şerif
3. Siyer-i Nebi
4. Tarih
Zor zamanlarda bunlara bakarak yol ve yöntem belirlerlerdi.