Canaye ve İstanbul Boğazı'nın bütün güzelliklerini anlatmanın “çok zahmetli olacağından" yakınır. “Türk acımasızlığına karşı, doğanın ve sadece doğanın iyileştirici etkisiyle bu topraklar onu gören herkeste hayranlık uyandırıyor ve onu söz konusu toprakların değerli üstünlüklerini inceleme isteğine itiyor" derken de Yeniçağ'da artık bir Avrupa klasiği haline gelen söylemi yenilemiş olur: İstanbul yanlış ve zalim ellerdedir. Simeon "herkesin arzuladığı payitaht şehri İstanbul" derken aslında dünyanın gözünün İstanbul üzerinde olduğunu bir kez daha hatırlatmaktan başka bir şey yapmaz.
Sayfa 425Kitabı okudu
144 syf.
·
Not rated
·
Read in 3 days
#Okudum #KitapYorum #YunusBalı #ÇelikKalkanlarveAltınBağlar #KanonYayınları #Tarih #143Sayfa #Kitabaaşıkokumayasevdalı Merhaba arkadaşlar, Bugün sizlere Kanon Yayınları'ndan çıkan, Yunus Balı'ya ait "Çelik Kalkanlar ve Altın Bağlar" isimli tarih kitabını tanıtmaya çalışacağım. Alman İmparatorluğu'nun, Osmanlı
Çelik Kalkanlar ve Altın Bağlar
Çelik Kalkanlar ve Altın BağlarYunus Balı · Kanon Kitap · 20244 okunma
Reklam
Sultan Orhan Gazi
SULTAN ORHAN GAZİ Ömrü fetihten fetihe koşmakla geçen büyük idareci Osmanlı Devleti gibi üç kıtaya hükmedecek muhteşem bir imparatorluğun temelini atan Osman Gazi, beka âlemine gitme vaktinin geldiğini anlayınca, Gazi oğlu Orhan'ı çağırmış ve ona şöyle vasiyet etmişti: "Oğlum, İstanbul'u aç, gülzar eyle. Öldükten sonra beni
Kutalmışoğlu Süleyman Şah
KUTALMIŞOĞLU SÜLEYMAN ŞAH Anadolu Fâtihi Selçuk Beyin oğlu Arslan Yabgu'nun torunu ve Selçuklu Beylerinden Melik Şihabeddin Kutalmış Beyin oğlu Gazi Süleyman Şah, Anadoluyu baştan başa fetheden ve bir Müslüman ülkesi haline getiren büyüğümüzdür. Alparslan'la birlikte Malazgirt muharebesine iştirak eden Gazi Süleyman Bey muharebede
Haçova Meydan Muhaberesi, Kanunî Sultan Süleyman Han'dan sonra sefere çıkan ve zaferle sonuçlanan Serdar-ı Ekrem Sultan Üçüncü Murad Han'ın Zaferi payitaht ve İstanbul'da büyük sevinç yarattı. Aralık 1596 padişah İstanbul'a döndü.
Sayfa 291
“İstanbul” neresidir?
Karadeniz’le Marmara arasında iki burun üzerinde yayılan metropolün “İstanbul” olduğunu bilmeyen yoktur. Acaba doğru mudur? Bu doğruluk, son 150 yıllık süreçte geçerlik kazanmıştır. Oysa İstanbul, Sarayburnu’ndan Marmara ile Haliç arasındaki Kara Surları’na kadarki küçük yarımadada kurulup gelişmiş imparatorluklar başkentinin adıdır ve İstanbul adını sahiplenen şimdiki büyük yerleşimin %3’ü kadar bir alanı kapsar. Karadan ve denizden surlarla çevrili, baştanbaşa tarihsel anıtlarla bezeli bu eski payitaht, 19. yüzyılın sonlarında iki yerel yönetim bölgesine ayrılmış; daha sonra, salt belediyecilik açısından birine “Eminönü” ötekine “Fatih” denilmiştir. Son bir değişiklikle Eminönü Belediyesi de kaldırılacağından Suriçi’ndeki tarihi İstanbul kenti de bundan böyle “Fatih” olacaktır! Bu durumda, birbiriyle çelişen gariplikler söz konusudur: Giderek büyüyen, topoğrafik özellikleri silip doğal sınırlarından da taşan çevresel türedi yerleşimler “Büyükşehir” kapsamında bütünleşerek “İstanbul” olurken; asıl İstanbul’u da eski bir semti olan “Fatih” yutmuştur!
Reklam
Sizin görüşünüz nedir?
Devirden ve şartlardan dem vuranların hakkı yok değil;ama ölçülü bir yerleşim, tabiata meydan okuyan değil, onunla bütünleşen, tarih ve coğrafyanın izlerini yansıtan bir şehir herkesin hakkı değil mi ?
Sayfa 144Kitabı okudu
HİÇ KUŞKUSUZ Kudüs çok ziyaret edilen bir şehir olarak sayısız seyahatnameye konu olmuştur. Sadece 19'uncu asırda basılan beş bine yakın seyahatname ve kitap olduğu görülmektedir. Fotoğraf koleksiyonlarının sonu yoktur. Kudüs, Osmanlı İmparatorluğu'nda payitaht İstanbul'dan bile daha çok ziyaret ve tasvir edilen bir şehirdir. Ne var ki tasvirler çoğunlukla saf bakışlı ve soğukkanlı adamlar tarafından değil, daha çok bir dinin sadık veya bağnaz mensuplarınca yapılmıştır. Murat Bardakçı'nın, Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı adlı şaheserinden aldığı bir deyişle; " Kudüs, dini oyunlaştıran bir garb tiyatrosudur" Barış şehri , her zaman savaşın ve gerilimin yeri olmuştur.
“Hiç şüphe yok ki Alman silah firmaları Goltz'ün nüfuzu sayesinde Osmanlı pazarında tekel haline gelmişlerdi. 1885 yılına kadar Alman silah firmalarının Osmanlı pazarındaki etkinlikleri minimal düzeydeyken Goltz argümanlarını sağlam dayanaklar üzerine oturtarak Alman silah firmalarına karlı satışlar yaptırabilmiştir. Bu hususta Goltz'ün en önemli başarısı Osmanlı Devleci'ne yönelik tehdit algısını çok güzel bir şekilde manipüle edebilmesidir. Boğazların, kıyıların ve hudutların savunulması üzerine pek çok planlama yapan Goltz'ün bu noktada olmazsa olmazı, modern silahların envantere katılmasıdır. Bilhassa Boğazların ele geçirilmesinin evvela payitaht İstanbul'un, ardından da Osmanlı Devleti'nin işgaline gidecek yolu açacağını savunan Goltz, II. Abdülhamid'e yaptığı baskı ile Alman Krupp firmasına 1885 yılından itibaren çok sayıda ağır Top siparişi verdirmiştir. 1887 yılı ile beraber bunu piyade tüfeklerinin satın alınması takip etmiştir. Piyade tüfeklerinde başka bir Alman markası olan Mauser tercih edilmiş ve Goltz'ün görev yaptığı dönemde toplam 625.650 piyade tüfeği ve 182.790.000 fişek satın alınmıştır.” *Örnek vermek gerekirse, Krupp ve Mauser firmalarının Osmanlı pazarında tekel olmaya başladığı 1888-1893 arasındaki beş yıllık süreçte Almanya'nın Osmanlı Devleti'ne yaptığı ihracat %350 artmıştır ve bu ticaret hacminde en önemli kalemi silah satışı oluşturmuştur.
Yedi yaşında dünyanın en büyük imparatorluklarından birinin başına geçen bu adamın talihi kadar garip ve acı talih azdır. Gençliği birbirini kovalayan felâketler ve ıstıraplar içinde geçer. Tahta çıktığından birkaç gün sonra babasını âdeta gözünün önünde öldürürler. Sultan İbrahim'in, elinde Kur'an, o mürâi ve budala Sofu Mehmed
Sayfa 183
301 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.