Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Emre.

Samiha Ayverdi
"Artık Sultan Abdülhamid saltanatından Siyonist saltanatına geçtiğimizin farkında bile olmayarak, sadrazamından şeyhülislamına kadar farmason olan bir iktidarın gafil ellerine düşüyorduk"
Reklam
Lâkin Türkiye Cumhuriyetinin ellinci yılı kutlandığı ve kaydedilen sözde terakkiler üzerine parlak nutuklar çekildiği o günlerde akıl hastalarının içinde bulunduğu şartlar havsalaya sığar ve hayal edilebilir gibi değildir!..
Vaktiyle akıl hastalarını, bunlar muhterem hastalardır, diyerek husûsî sûrette av etiyle besleyen, onlara musikiyle tedâvi tatbik eden OsmanlI'nın yerini, karınlarını kuru ekmekle bile doyurmayan böyle zâlim bir idâre almıştı

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
ğrendiğime göre bu mubassırlardan birinin hizmetinde kullandığı bir hastaydı. İki küçük bardağa çay dolduruyordu. Toto Ahmed birdenbire ayağa fırlayarak O'nun elindeki bardağı kaptığı gibi galiz küfürlerle yere vurdu ve genci sille tokat dışarıya attı. Birden böyle kızmasının sebebini anlayamadım. Sonradan anlattıklarına göre mubassırlar Toto Ahmed'den çay içer, parasını vermezlermiş. Buna içerleyen Toto bir gün mubassırlar toplu halde otururlarken: «- Size güzel bir çay demleyip getireyim!...» demiş, mubassırların teklifi kabul etmeleri üzerine gidip çay demliğine işeyip ağzına kadar doldurmuş. Sonra da onu kaynatarak çay suyu yerine sidiğinden mubassırlara çay yapmış. Mubassırlardan bir ikisi: « - Toto bu çay pek iyi olmamış!..» demişse de Toto onları demi biraz fazla kaçırdığı yolunda iknâ edince hepsi de bu çayı içmişler. Arkasından onları kızdırmak için yaptığı mârifeti anlatmış. Kendisine deli gömleği giydirip onu bayıltıncaya kadar dövmüşler ve ondan sonra da bir daha kendisinden çay içmemeye karar almışlar.
Keramet?
Halbuki o gün öğlen namazını Adliye'nin bahçesinde avukat ve diğer maznun arkadaşlarla birlikte cemaatla kılmıştık. Mevsim kıştı. Pardesülerimizi yere sermiştik. İhtimal o esnada bu çamur paçama bulaşmıştı. Fakat ben bunu o anda hatırlayamamıştım. Vehleten (durup düşünmeden) jipin şoförüne dedim ki: «- Çamur de O'na bakalım!» Şoför: «— Parola Çamur!» diye bağırdı. Parola soran nöbetçi kızgın bir sûrette: «- Geç be birader. Madem parolayı biliyordun da neden deminden beri söylemiyorsun!?» dedi. Cezâevine kadar daha birçok nöbetçiyle karşılaştık. Hepsinin sualine «çamur» diye diye takılmadan yolumuza devam ettik. Meğer o gün parola «çamur», işareti de «yaprak» imiş. Parolayı duyan, bize işareti sormuyordu. Jipin içinde bir Muşlu asker daha vardı. Elleri ekzamalıydı. Baktığınız zaman içiniz bir tuhaf olurdu. Namaz kılan, dindar bir çocuktu. Bana dedi ki: «- Ağabey sen bu paraloyı nasıl bilebildin?» Maneviyatını takviye edeyim diye, O'na dedim ki: «- Dört aydır Cezâevi'nin duvarlarını Allah, Allah!., diye inletiyorum. Bu kadar da olmasın mı?» Çocuk şapkasının tereğini arkaya çevirip elimi öpmeye teşebbüs etti. Ellerinin ekzamasından tiksindiğim için içtinap ettim. O ise bu hareketimi tevâuzuma hamlederek ısrar etti. Böylece Onun elimi öpmek istemesi, benim elimi kaçırmam sûretinde cereyan eden bir karışıklıkla Cezâevi'ne geldik. Kısa zamanda bütün askerler vak'ayı duymuş. Ne de olsa Anadolu çocukları!.. Bundan sonra bana hududsuz saygı ve sevgi göstermeye başladılar.
Reklam
Şehitlik
«- Paşam, işin hülâsası şudur: Sizinle bizim aramızdaki fark, milletin dinî inanışlarına ve tarihî şahsiyetine âid kıymet hükümleri tersliğinden ibârettir. Siz, şu kapıda nöbet tutan mehmetçik, AJlah'a ve Ahıret'e inanmasa dahi onunla vatanın müdafaa edilebileceğini sanıyorsunuz. Bizse, hayır diyoruz. Bu mehmetçik sırf kuru bir toprak için ateş ve ölüme karşı savaşmayı kabul etmez. Onu ancak «Ölürsem şehid, kalırsam gâzi» inancı harakete geçirebilir.» dedim ve bu sırada elimle de cadde tarafında nöbet tutan mehmetçiği işaret ettim. İrfan Özaydınlı hazır mükâleme bitmişken münakaşayı tazelemiş olmaktan pişman olmalıydı ki: «- Neyse, neyse!.. Daha çok görüşeceğiz!. Şimdi arkadaşlar senin ifadeni alacaklar!» dedi.
Anlaşılan kendisini bir hayli hırpalamışlardı. Onu teselli ettim. O günlerde Yıldız Teknik Üniversitesi'nde sağ-sol çatışması en şiddetli günlerini yaşıyordu. Bu hadiseler üzerinde bir müddet müdâvele-i efkâr ettikten sonra: « - Abdülfettah, öğle namazını kıldın mı?» dedim. «- Ne namazı ağabey!. Burada ben günlerdir ölüm korkusu içinde yaşıyorum. Şu kadar solcunun içinde bir tek sağcı ve müslüman benim. Bunlar beni namaz kılarken görseler parçalarlar. Ben buraya girdim gireli bir vakit bile namaz kılmış değilim!.» dedi. Doğrusu Abdülfettah'ın bu zayıflığına kızdım ve bağırdım: «-Ulan, sen nasıl müslümansm?!. Üçbuçuk solcudan korkup Allah'ın emrini terkediyorsun? Keşke namazını kılaydın da korktuğun gibi olaydı. Amel defterine namaz kılarken dövülmüş olmanın hesanatı yazılırdı. Kalk bakayım! Sıyır kollarım, abdestini al! Ben şuradan takip edeceğim! Bunlardan biri sana abdest alırken veya namaz kılarken müdahale etsin de görelim! Hem bak bunların başındaki çavuş müslüman bir çocuk. Ben şimdi O'na da söyleyeceğim. O da seni gözetleyecek! Bir şey olmaz korkma! Olsa da sen kârlı çıkarsın!»
Gençlik yıllarımdan beri yakınım olan insanları çeşitli sûretlerde satın alır ve beni onlar vasıtasıyla takip ettirirlerdi. Hatta bir defasında dava arkadaşlarımızdan birinin oğlunu sırf müspet bir takım tesirlere mâruz kalsın diye yanıma şoför olarak almıştım. O zaman Mersedes bir arabam vardı. Onbeş güne varmadan bu çocuğu nasıl etmişse kandırmışlar, arabama dinleme cihazı koydurmuşlardı. Babasına ağzından kaçırıp söylemesiyle iş meydana çıkmıştı.
Bu genç haklıydı. Kendisine verdiğim şu cevaba rağmen ben de zaman zaman gerçekleri haykırmak hususunda zapt-ı nefs edemiyeıek ileri gidiyor; şartlan pekçok zorluyordum. Yakın tarihin gerçekleri öylesine tersyüz edilmiş, nice kahramanlar zoraki bir surette hâin ve nice hâinler de binbir çeşit yalan ve tezvirat ile kahraman ilân edilmişlerdir ki; bunlara tahammül etmek cidden güçtür. Şu suale muhatap oluşumdan bu yana takriben otuz yıl geçmiş ve ülkemiz güya fikir hürriyeti ve insan hakları bakımından pek çok merhale katetmiş bulunmasına rağmen ben halâ bildiklerimin pekçoğunu kâğıda dökememiş bir durumdayım.
Türk Gibi Müslüman!
Fransa dönüşü yine Aachen'da Evren Karadayı'ya uğradım, artık ramazan bitmişti. Bayram namazını Bilâl Câmii'nde kıldım. Namazdan sonra bu câmiin alt katındaki yemek salonunda çay içiyorduk. Masamdaki arkadaşlarla tanışırken, birisinin Sivaslı, diğerinin Konyalı ilh.. olduğunu söylemelerine mukabil gayet fasih Türkçe konuşan biri de: «—Ben almanım!..» demez mi?! Doğrusu inanılır gibi değildi. O'na ismini sordum: «- Ahmed Schimide!..» dedi. «- Aşkolsun!. Ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz!.. Söylememiş olsaydınız, ben sizin Türkçe'yi sonradan öğrenmiş bir insan olduğunuza asla ihtimal veremezdim!.» deyince muhatabım kulağıma eğilip: «- Kadir Bey, ben türk gibi müslümanım!..» dedi. Hayretim daha ziyade arttı. «- Bu da ne demek?! Türk gibi müslüman olmanın alâmet- i lârikası ne?!» diye sordum. Salonda her kavimden müslümanların duymasını istemiyordu. Yine kulağıma eğilerek: «- Türk gibi müslüman olmanın alâmet-i fârikası «edebli» ve «cesur» olmaktır!..» dedi. «- Hariçten gelip müslüman olabilmiş, bu yüce dinin hakikatine nüfuz peydah edebilmişsin!. Buna ilâveten bir de böyle incelikleri kavramışsın!.. Bravo!..» dedim.
Reklam
Konferansa gelen Alman müslümanlardan bir mühtediyye Ahrent Hanım vardı. Bu kadın elli yaşlarında idi. Buluğ çağından müslüman olduğu zamana kadarki namazlarını kaza etmeye çalışıyordu. Bu yüzden ayakları yara olmuştu. Halbuki namaz borcu müslüman olduğu tarihten başlıyordu. Lâkin bunu söyleyenlere inanmıyordu. Bana sordu. İzah ettim. Konferansım Almanca'ya nakledildiği için, sözlerimi dinlemişti. İtimat etti. Onu Türkiye'ye dâvet ettim. «- Buna nasıl cesaret edebilirim. Ben daha yeni bir müslümanım!..» karşılığını verdi. Türkiye’yi İslâmî bakımdan Osmanlı zamanındaki halde sanıyordu. Hâle bakın ki; bundan on yıl sonra şu kadın Türkiye'ye gelmiş ve hatta benim evimde yapılmış hanımlararası bir toplantıya da katılmış bulunduğu halde benim evime geldiğini öğrenemeden dönüp gitmişti. Ben de çok sonra O'nun bizim evde çekilmiş fotoğrafını görünce bu durumu anladım
Kalpak Davası
«- Öyleyse o başındaki nedir?» dedi. «- Seni ne alâkadar eder? Sen işine bak!» dedim. «-Seninle şimdi görüşürüz!» tehdidiyle cebinden hüviyetini çıkardı. Kemal Güçnar adında bir sivil polismiş. O zaman tehdidini arttırdı ve: «- Karaya çıkalım, hemen Beşiktaş Karakolu'na gideceğiz!.» dedi. «- Olur, pekâlâ!» dedim. Karaya çıkar çıkmaz koluma yapıştı. Silkelenip elinden çıktım. «- Aptal herif! Kolumdan ne tutuyorsun. Söyle nereye istiyorsan gidelim! Bak yanımda üç yaşında bir çocuk var. Sen ne geri zekâlısın. Kaçmak istesem de kaçamıyacağımı şundan bâri anlasaydın!.» dedim. Bu sefer bana Atatürk edebiyatı yapmaya başladı. «- Kulağını getir!..» dedim. Kendisine de atasına da ..............Köpürdü. «- Aptal herif, aleniyet olmadan hakaret cürmü teşekkül etmez! Ben avukatım. Sen sert kayaya çarptın!» dedim
Sunusi isminin sebebi
Mütevâzi bir düğünle Dünya evine girdim. Bir yıl sonra oğlum Abdullah Sünûsi Dünya'ya geldi. Kendisine Sünûsi adını vermemin sebebi, evlendiğimiz gece hanımın Şeyh Sünûsi'yi rüyada görmesi ve O'nun iltifatlarına mazhar olmasıydı
27 Mayıs İhtilâli'nden sonra Cemil Meriç, Ali Fuad Başgil ve bir albay konuşuyorlarmış. Ali Fuad, M. Kemal'e tariz ifâde eden bir söz söyleyince albay; « - Aman hocam Atatürk'ü de mi yıkacağız. Bu takdirde, O'nun yerine ne koyacağız!..» demiş. Bunun üzerine Cemil Meriç bağırmış: «- Şart mı be birader!. Yerine birini koymazsan olmaz mı?! Sana ille de bir put mu lâzım!.»
:D
«- Burası Milliyet Gazetesi!.. Buyrun!..» Dedim ki: «-Ben Kadir Mısıroğlu, sizin Üniversite muhâbirinizle görüşmek istiyordum!..» Muhavere şöyle devam etti: «- O şu anda burada yok. Ne yapacaktınız kendisini?!» «- Bir şey söyleyecektim O'na.» «- Ben karikatürist Turhan... Bana da söyliyebilirsiniz.» «- Öyle mi?» «- Evet, evet!..» «- Ben dünkü hadiselerde canımın sıkıntısından «Hasbunallahû veniğmel vekil!..» demiştim. Sizin üniversite muhabiriniz bu sözü «arabca küfür» zannetmiş. Bendeniz arapça küfretmesini bilmem ama türkçe küfretmesini çok iyi iyi bilirim. Sizin topunuzun anasını avradını...»
94 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.