Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Emre.

Reklam
Türk Gibi Müslüman!
Fransa dönüşü yine Aachen'da Evren Karadayı'ya uğradım, artık ramazan bitmişti. Bayram namazını Bilâl Câmii'nde kıldım. Namazdan sonra bu câmiin alt katındaki yemek salonunda çay içiyorduk. Masamdaki arkadaşlarla tanışırken, birisinin Sivaslı, diğerinin Konyalı ilh.. olduğunu söylemelerine mukabil gayet fasih Türkçe konuşan biri de: «—Ben almanım!..» demez mi?! Doğrusu inanılır gibi değildi. O'na ismini sordum: «- Ahmed Schimide!..» dedi. «- Aşkolsun!. Ne kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz!.. Söylememiş olsaydınız, ben sizin Türkçe'yi sonradan öğrenmiş bir insan olduğunuza asla ihtimal veremezdim!.» deyince muhatabım kulağıma eğilip: «- Kadir Bey, ben türk gibi müslümanım!..» dedi. Hayretim daha ziyade arttı. «- Bu da ne demek?! Türk gibi müslüman olmanın alâmet- i lârikası ne?!» diye sordum. Salonda her kavimden müslümanların duymasını istemiyordu. Yine kulağıma eğilerek: «- Türk gibi müslüman olmanın alâmet-i fârikası «edebli» ve «cesur» olmaktır!..» dedi. «- Hariçten gelip müslüman olabilmiş, bu yüce dinin hakikatine nüfuz peydah edebilmişsin!. Buna ilâveten bir de böyle incelikleri kavramışsın!.. Bravo!..» dedim.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Konferansa gelen Alman müslümanlardan bir mühtediyye Ahrent Hanım vardı. Bu kadın elli yaşlarında idi. Buluğ çağından müslüman olduğu zamana kadarki namazlarını kaza etmeye çalışıyordu. Bu yüzden ayakları yara olmuştu. Halbuki namaz borcu müslüman olduğu tarihten başlıyordu. Lâkin bunu söyleyenlere inanmıyordu. Bana sordu. İzah ettim. Konferansım Almanca'ya nakledildiği için, sözlerimi dinlemişti. İtimat etti. Onu Türkiye'ye dâvet ettim. «- Buna nasıl cesaret edebilirim. Ben daha yeni bir müslümanım!..» karşılığını verdi. Türkiye’yi İslâmî bakımdan Osmanlı zamanındaki halde sanıyordu. Hâle bakın ki; bundan on yıl sonra şu kadın Türkiye'ye gelmiş ve hatta benim evimde yapılmış hanımlararası bir toplantıya da katılmış bulunduğu halde benim evime geldiğini öğrenemeden dönüp gitmişti. Ben de çok sonra O'nun bizim evde çekilmiş fotoğrafını görünce bu durumu anladım
Kalpak Davası
«- Öyleyse o başındaki nedir?» dedi. «- Seni ne alâkadar eder? Sen işine bak!» dedim. «-Seninle şimdi görüşürüz!» tehdidiyle cebinden hüviyetini çıkardı. Kemal Güçnar adında bir sivil polismiş. O zaman tehdidini arttırdı ve: «- Karaya çıkalım, hemen Beşiktaş Karakolu'na gideceğiz!.» dedi. «- Olur, pekâlâ!» dedim. Karaya çıkar çıkmaz koluma yapıştı. Silkelenip elinden çıktım. «- Aptal herif! Kolumdan ne tutuyorsun. Söyle nereye istiyorsan gidelim! Bak yanımda üç yaşında bir çocuk var. Sen ne geri zekâlısın. Kaçmak istesem de kaçamıyacağımı şundan bâri anlasaydın!.» dedim. Bu sefer bana Atatürk edebiyatı yapmaya başladı. «- Kulağını getir!..» dedim. Kendisine de atasına da ..............Köpürdü. «- Aptal herif, aleniyet olmadan hakaret cürmü teşekkül etmez! Ben avukatım. Sen sert kayaya çarptın!» dedim
Reklam
Sunusi isminin sebebi
Mütevâzi bir düğünle Dünya evine girdim. Bir yıl sonra oğlum Abdullah Sünûsi Dünya'ya geldi. Kendisine Sünûsi adını vermemin sebebi, evlendiğimiz gece hanımın Şeyh Sünûsi'yi rüyada görmesi ve O'nun iltifatlarına mazhar olmasıydı
27 Mayıs İhtilâli'nden sonra Cemil Meriç, Ali Fuad Başgil ve bir albay konuşuyorlarmış. Ali Fuad, M. Kemal'e tariz ifâde eden bir söz söyleyince albay; « - Aman hocam Atatürk'ü de mi yıkacağız. Bu takdirde, O'nun yerine ne koyacağız!..» demiş. Bunun üzerine Cemil Meriç bağırmış: «- Şart mı be birader!. Yerine birini koymazsan olmaz mı?! Sana ille de bir put mu lâzım!.»
:D
«- Burası Milliyet Gazetesi!.. Buyrun!..» Dedim ki: «-Ben Kadir Mısıroğlu, sizin Üniversite muhâbirinizle görüşmek istiyordum!..» Muhavere şöyle devam etti: «- O şu anda burada yok. Ne yapacaktınız kendisini?!» «- Bir şey söyleyecektim O'na.» «- Ben karikatürist Turhan... Bana da söyliyebilirsiniz.» «- Öyle mi?» «- Evet, evet!..» «- Ben dünkü hadiselerde canımın sıkıntısından «Hasbunallahû veniğmel vekil!..» demiştim. Sizin üniversite muhabiriniz bu sözü «arabca küfür» zannetmiş. Bendeniz arapça küfretmesini bilmem ama türkçe küfretmesini çok iyi iyi bilirim. Sizin topunuzun anasını avradını...»
336 syf.
·
Puan vermedi
·
37 günde okudu
Sahabeden Nasihatler
Sahabeden NasihatlerÖmer b. Abdullah el-Mukbil
0/10 · 2 okunma
Reklam
Allah Selçuklu Türklerini gönderdiğinde, onlar sünneti yayma ve Râfızîlik dinini yok etme istegindeydiler. Ubeydiler bu kahramanların kararlılıklarının ve kuvvetlerinin farkına varıp, kendilerinin onlarla karşılaşamayacaklarını anladıklarında hemen kadim planlarına ve eski hilelerine başvurdular. Din düşmanı Haçlılara elçi gönderdiler. Onları Müslüman topraklanna girmeleri konusunda ayartıp, onlara toprak verme sözünde bulundular. Hristiyanların Müslüman topraklarına girmelerini Ehl-i Sünnet mezhebinin yayılmasına ve Selçuklular’ın hüküm sürmesine tercih ediyorlardı. Onlara toprak verme vaadinde bulunan, onlarla yazışan ve onlara elçi gönderenlerden birisi de ordu komutanları Efdal idi.
Bu dönemde Allah (azzevecelle) onlara Sünnî olan Selçuklu Türklerini musallat etti. Onlarda Abbâsîlerin peşinden gidiyorlardı. Fakat Türkler, Râfızîlere karşı daha serttiler. Râfızîler de Haçlılarla ve onların Müslüman ülkelerdeki yandaşlarıyla, onlara karşı direnmekten aciz olan Ehl-i Sünnet’i yok etmek için yardımlaşmaya başladılar.
Kurtubî (rahimehullah) şöyle diyor: “Hişam bin Ammar şöyle demiştir: İmam Malik’i şöyle derken işittim: Ebu Bekir ve Ömer (radıyallâhuanhumâfya SÖVen te’dîb edilir (dövülür.) Aişe’ye (radıyallâhu anhâ) söven ise öldürülür. Çünkü Allah (azzeveceiie) Kur’ân’da: “Eyer iman edenler iseniz o (iftira)nın benzerine dönmenizi AUah size, ebedi olarak yasak ediyor.”(Nûr, 17) buyurmaktadır. Öyleyse Aişe’ye (radıyallâhu anhâ) söven Kur’ân’a muhalefet etmiştir. Kur’ân’a muhalefet eden de öldürülür.”
194 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.