Ne bir kadın ne de bir erkekti, özü balçıktan bir insan bile değildi. Yüzü ılık ve durgun bir su gibiydi; içinde çakıl taşları gibi parlıyordu gözleri.
Onun için bir cam parçası hiçbir zaman sadece bir cam parçası olmadı, ışığa müzik yapan sihirli bir mercekti şişe dipleri. Plajdaki taşlar, çıplak tenine dizdiği ateşböcekleriydi. Martılar çöplüğün uçurtmaları, yosunlar kayaların tüylü derisi. Her şeye büyük bir merak besliyordu. Gökyüzünü, açık denizi, karşı adayı, rüzgârın uyuduğu yeri ve daha çok şeyi... bilmek değil hissetmek istiyordu. Varlıktan çok yokluktu merak ettiği, hiçlik; tıpkı kendi gibi.
Her şeyin, her ânın bir kokusu vardı ve kokular iç içeydi. Denizde rüzgârın, rüzgârda tuzun, tuzda taşın, taşta etin, ette sütün, sütte hüznün kokusu vardı ve sonra o süt, rüyada deniz de olabilirdi, bir meyveden damlayan bal da.