Kırk dört gün sürdü okumam... Sınava az bir zaman kala başlamış, başlarda gayet güzel okurken daralan sürenin getirdiği telaş ve ders çalışmak dışında yaptığın iş için çekilen vicdan azabından ötürü kitabı okumayı bırakmıştım. Okumayı bıraktığım kitabı alır, rafa geri kaldırır; kim bilir birkaç sene sonra okurdum ama İnsanlığımı Yitirirken hep başucumda, ajandamın üzerinde durdu. Okuma fırsatını yeniden bulduğumda oturdum ve bu sefer bitireceksin Rabi, dedim kendime. Ve kırk dördüncü günün sonunda bitti.
İlk sayfalarında daha Dazai'nin kendisini okuyacağımı hissetmiştim. Yozo aslında Dazai'ydi hislerime göre. Bazı cümleleri vardı, okuduktan sonra iç çektim uzun uzun. Çünkü bu kitabı okumaya başladığımda bir yerde, ufak bir yer dahi olsa, zamanında hissettiğim o acımasız duygulardan birine rastlayacağımı biliyordum. Nitekim öyle de oldu.
Çocukluğundan bahsediyordu kitap, yetişkinliğinden. Ve bir çöküşten.
Günden güne büyüyen bir çöküşten...
Kızdığım, üzüldüğüm, empati yaptığım, ara sıra boşluğa düştüğümü de hissettiğim bir kitap oldu İnsanlığımı Yitirirken.
Yazarken hangi kelimenin nasıl kullanması gerektiğini bilmediğim ve seçemediğim bir kitap oldu. Okuyan başka biriyle, hem kitap hem de Dazai'nin hakkında yüz yüze konuşmayı istediğim bir kitap oldu.
Ve evet, "acı çekenler başkalarının acı çektiğini hissederler," demesi gibi çekilen acıyı hissettiğim, her iki tarafın acı çekerken nasıl da çaresiz olduğunu bir kez daha anladığım bir kitap oldu İnsanlığımı Yitirirken.
:’)