Kendiliğimizin sınırlarını ve muhtevasını oluşturan şey, acı ile kurduğumuz ilişkidir. İçimizde olanlarla aramıza mesafe koyarak kendi hakikatimizin münkiri olmak, kaçınılmaz olanı ertelemektir. Tahammül kelimesinin tam olarak böyle bir anlamı olduğunu düşünüyorum. Yalnızca yabancısı olduğumuz şeyleri taşırız tahammül ederek. Kendi anlatımıza yönelik tasavvurumuzu, acılarımızın bize söylediklerine kulak vermekle inşa edebiliriz. Kabul kelimesinin de böyle bir anlamı olduğunu düşünüyorum.
Kendime çok yakın hissettiğim sevgili Ferda ablamın şu ifadesini ekleyerek ve bu ifadelerden hareketle “acının kendisi anlamlı mıdır, biz o anlama muhtaç olduğumuz için mi üretiriz, anlamsızlık da kendi için de anlamlı olabilir mi?” sorularını yönelterek incelememi bitiriyorum:
“Çektiğimiz fiziksel veya ruhsal acıların günahlarımıza kefaret olmasını dilemek aslında bizim "anlamsızlık" duygusuna katlanamadığımızdandır. Her şey gibi,hayat gibi, ölüm gibi, acının da bir anlamı olsun isteriz. Hatta kendi hatalarımızda bile bir anlam bulmak isteriz. Yanlışın tecrübe olduğunu, ders çıkarıldığını, yaşanması gerektiğini düşünmek rahatlatır insanı. Oysa bazı şeyler tam da göründüğü kadar anlamsızdır. Belki de bazen anlamsızlığa katlanabilmenin de bir anlamı vardır.”