İnsan çağımızda gönül tarlasına durmadan put dikiyor. Kendi türettiği eşyaya, kendi kurduğu sisteme veya kendinin yücelttiği insana tapmak yoluyla kendine tapmaya çalışmakta belki de. Kendini dolaylı yoldan putlaştırmanın boş deneyinde.
İnsan ruhu hakikat olmaksızın yaşayamaz, hakikatten uzak kalamaz. Bir bakıma bunalım, ruhun hakikatten uzak kalışı, daha doğrusu uzak kaldığının bilincine varışından doğar.
“Bir erdemi aşırıya vardırmasaydı dünya onun hatırasını saygıyla anacaktı.“ diyor daha ilk sayfada yazar.
Michael Kohlhaas kendi halinde bir at taciri. Bir Sakson soylusu haksız yere iki yağız atına el koyuyor ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmuyor. Kohlhaas için bu at meselesi olmaktan çıkıyor, kendi adaletini sağlamak için her yola başvuruyor.
Kohlhaas adalete ulaşma yolculuğu boyunca, davasında haklı olmasına rağmen mahkemeden istediği sonucu alamayınca Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi’nde belirttiği “ilk ve doğal haklarına” kavuştuğu bilinciyle hareket ediyor. Çünkü toplum sözleşmesi bir kere ihlal edilmiştir ve ona göre topluluğun kanunları onu artık koruyamamaktadır. Buna göre, sözleşmeye bağlı özgürlüğe karşılık, o zamana kadar vazgeçmiş olduğu doğal özgürlüğüne tekrar kavuşur ve hakkını kendi gücüyle alma
yetkisini tekrar elde eder.
Michael Kohlhaas, bir solukta okunacak bir kitap gibi dursa da okuması oldukça ağır bir kitap oldu benim için. Ancak yine de yazar, dönemin feodal yapısının yozlaşmışlığını basit, öngörülebilir ama etkili bir dille bizlere aktarmış, bu anlamda okuru pişman etmeyecek bir eser olduğunu düşünüyorum.
Michael KohlhaasHeinrich Von Kleist · Can Yayınları · 2017833 okunma
Gerçek mutluluk, yavaş yavaş, azar azar gelir ve bu bizim hayata bakış açımızla, çevremizle, çevremizdekilere karşı davranışımızla doğrudan doğruya ilgili ve orantılıdır. Mutluluk birbirini tamamlayan ufak tefek şeylerin birikmesinden doğuyor.
İngiliz edebiyatında estetizmin öncülerinden Oscar Wilde’ın tek romanı özelliği taşıyan bu kitapta, tutku ve heyecanlarının peşine düşen, hedonizmi adeta bir yaşam felsefesi haline getiren, güzelliğiyle etkilemeyeceği kimse olmayan ana kahramanın içinde bulunduğu toplumun ahlak yasalarını reddedip dostu Henry Wotton’ın belirleyici bir rol üstlendiği haz odaklı bir yaşam tarzını benimserken, gençlik ve güzellik maskesi karşılığında, bu yolun ruhunda yarattığı çöküşü tüm çıplaklığıyla gözlemleme serüvenine tanıklık ediyoruz.
Onun yerine yaşlanan, ruhuna ayna tutan bu portre başlarda Dorian’a keyif verse de, yazarın kitabın başında “eylem bir tür arınmadır” diyerek adeta Dorian Gray’in arınma sürecini başlatacağına dair bize ipucu verdiğini daha sonra anladığımız kırılma anından sonra ana kahramanın bu eyleminden duyduğu pişmanlık ve hayal dünyasından çıkış kısmına geçiyoruz son kısımda.
Kitabı okurken sürekli şaşırdım diyebilirim, ayrıca Dorian’ın gelgitleri tekrara düşmeden akıcı bir dille aktarılmış.