Ütopya temiz havayı bulabileceğiniz bir yer Herkesin nazik, kibar ve adil olduğu bir yer Her yerde uçan Meleklerin olduğu bir yer Gökyüzü pırlanta, Görünürde sorun yok, Sarsılmaz Güven vadinin üzerinde yükseliyor Zirvesi Şeylerin Özünün mükemmel bir görüntüsünü sunar Öpmek için Gözlerimi Görmek için yüreğimde yankıları çınlıyor Buraya dokun bana 'Başımı şöyle En güzelinin canlı bir hayalini kuruyorum Seni şevkle arzuluyorum Ütopya Ama seni sadece hayal edebiliyorum. Seni düşündükçe gözden kayboluyorum.
Ütopya temiz havayı bulabileceğiniz bir yer Herkesin nazik, kibar ve adil olduğu bir yer Her yerde uçan Meleklerin olduğu bir yer Gökyüzü pırlanta, Görünürde sorun yok, Sarsılmaz Güven vadinin üzerinde yükseliyor Zirvesi Şeylerin Özünün mükemmel bir görüntüsünü sunar Öpmek için Gözlerimi Görmek için yüreğimde yankıları çınlıyor Buraya dokun bana 'Başımı şöyle En güzelinin canlı bir hayalini kuruyorum Seni şevkle arzuluyorum Ütopya Ama seni sadece hayal edebiliyorum. Seni düşündükçe gözden kayboluyorum.
Charlotte Perkins Gilman'ın "Kadınlar Ülkesi" adlı eseri, edebi dünyada önemli bir yere sahip olan feminist bir ütopya romanıdır. Eserde, Herland adlı ütopik bir ülke keşfedilir, bu ulke yalnızca kadınların yaşadığı ve erkeklerin olmadığı bir toplumu temsil eder. Gilman, bu izole toplumu keşfeden üç erkeği merkeze alarak,
Grace Field Evi: kendileriyle ilgilenen "anne"lerini ve birlikte büyüdükleri "kardeş"lerini öz ailesi gibi seven, her gün çayırlarda koşturup etrafa gülücükler yayan, evlat edinilecekleri günü heyecan ve ayrılık korkusuyla karışık bir ruh haliyle bekleyen çocuklarla dolu yetimhane... Adeta bir ütopya, en azından Conny'nin
"İnkılap önce kalpte, sonra zihinde, sonra fikirde, sonra bedende gerçekleşecek. Er-geç alınteri-göz nuru-el emeğine, Veysel Baba'nın sadık yari "Kara Toprağa" döneceğiz. Aslımıza."
Mustafa Kutlu bu deneme kitabına Hududullah'ın tarifi ile başlıyor. İnsanoğlunun Allahın çizdiği sınırları geçerek, doğanın, yaşamın
İşte soruyorum size, ben bunları ya da bunlara benzer düşünceleri, tamamen farklı eğilimde olanların huzurunda söylemiş olsam, sadece sağırlara masal anlatıyor olmaz mıyım?
Thomas More
Dünya klasikleri arasında olan Ütopia'yı 1516' da kaleme almıştır.
Reformasyona karşı çıkmış ve idam edilmiştir.
Kralı kilisenin başı olarak görmez.
Dindar ve hukukçu olan yazarımızın Hristiyan rahiplik olma isteği hayatında hep söz konusu olmuştur.
Dönemin İngiltere'sinin bozuk düzenine bir
Ütopik bilincin belli biçim ve aşamalarından söz ediyorsak eğer, aklımızdan geçen tekil insanlarda “canlı” olmuş olan somut olarak bulunabilen bilinç yapılarıdır. Kastettiğimiz, (Kant’ın “tam olarak bilinç”i gibi) sadece tinsel olarak inşa edilmiş (yapı) bir birim ya da (Hegel’in “ruh”u gibi) âdeta tekil bireylerin somut bilincinin üstünde tayin edilen metafıziksel bir öz olmaktan çok, tekil insanlarda tespit edilebilen ve somut olarak bulunabilen bilinç yapılarıdır. Bu bağlamda kastedilen, somut insanların somut düşünceleri, eylemleri, hisleri ve tüm bunların içsel ilişkileridir.
Bir bilincin özsel yapısı, o bilincin zamansal tablosunu umut, özlem ve anlamsal hedeflerinden hareketle anlamaktan daha iyi kavranamaz. Zira, bu anlamsal hedef ve beklentilerden hareketle sadece geleceğini değil, geçmiş zamanını da bölümler. Başta yalnızca kronolojik bir sıralama şeklinde yer bulan olaylar, ancak buradan hareketle anlamlı ve belirleyici bir hal almaktadırlar; tekil veriler önem kaybına uğrar ve ruhun temel çabası yönünden hareketle tekil olaylara farklı farklı anlamlar yüklenir.
Ütopyanın biçimi yalnızca ilgili bilincin canlı "içeriği” değildir, daha ziyade -en azından yönelimsel olarak- bilinci tamamıyla kapsadığı zaman ütopik bir bilinçten söz etmek mümkündür. Ütopik unsur, bu anlamda, hâkim olduğu bilincin içini eğilimsel olarak tamamıyla doldurduğu; deneyim, eylem ve yaklaşım (perspektif) biçimleri kendilerini buradan hareketle düzenledikleri zaman, hakikatimiz ve gerçekliğimizle ilgili olarak, sadece ütopyanın farklı biçimlerinden değil, aynı zamanda ütopik bilincin farklı biçim ve aşamalarından da söz edilebilir.
Etkili bir ütopya uzun vadede bireyin işi olamaz. Çünkü tek bir bireyin, belli bir tarihsel-toplumsal varoluşla ilgili statüyü, sadece kendi varlığından hareket ederek parçalaması mümkün olamaz. Mevcut varoluşsal düzene alternatif olabilecek bir varoluşsal gerçeklik, ancak tekil bireyin ütopik bilinci toplumsal mekândaki mevcut eğilimlerden faydalanıp onları ifade edebildiği ve bu şekliyle de tabakaların bilincine geri akıp eyleme dönüştüğü zaman meydana gelebilecektir.
İlk bakışta belli bir tabakanın ütopyasını sadece tek bir birey şekillendirmiş olsa da; bu ütopyanın, son kertede, kolektif içtepileri o bireyin başarısına uygun gelen bir tabakayla ilişkilendirmek mümkündür.
Yön verici ütopyanın, başta sadece tek bir bireyin “istemlerinin yarattığı düş”ü, hayali olarak öne çıkarttığı, daha sonra ise bunun ancak geniş ve sosyolojik olarak net bir şekilde belirlenebilir katmanların politik istemleri kapsamına alındığı sıkça görülmektedir. Bu gibi durumlarda, bir öncülden ve onun bayraktarlığından söz edilmektedir. Başarıları ise, sosyolojik olarak vizyonunu lehine dile getirdiği, düşüncelerini geliştirdiği tabakaya ait saymaktadır. Belli tabakaların bu yeni bakış açısının bu şekildeki (yani sonradan) kabulüyle ilgili olgu, bu bireysel iradesel içtepinin ve şekillendirici prensibin toplumsal köklenmişliği şeklindeki yansımasından başka bir şey değildir. Ki öncül birey, toplumsal kök salmışlığın bir parçası olarak ve aslında sadece bireysel bir başarı olan başarısının tayin edilmiş yönünü, daha önceleri bilinç dışı bir biçimde ve muhtemelen köklenmişlikten sağlıyordu. Bireyin yaratıcılığının reddedilmesi gerektiğine ilişkin düşünce, sosyolojinin en yaygın yanlış anlamalarındandır. Tam tersine: Yeni olan, tekil kişinin mevcut varoluşsal statüyü yıkan bu yeni türden “karizmatik” bilincinden başka nerede oluşabilir ki? Sosyolojinin daima göstermesi gereken şey ise, yeni olanın mevcut olanla temellenerek (çoğu kez mevcut olana karşı muhalefet içinde bulunur şekliyle de olsa), yönünü tam da mevcut olana göre tayin ettiği ve öte yandan mevcut olanın ise daima toplumsal bünyedeki güçler arası gerilimlere kenetlenmiş olduğudur.