Yaşam başarısını elde eden insanın yaşamı anlamlıdır, kişi coşkuludur ve güçlüdür. Yaşam başarısı, bütün başarılara anlam verir. Meslek ve iş başarısı saplantı haline gelirse yaşam başarısını gölgeler, engeller ve ona ket vurur. Ama yaşamının anlamlı, coşkulu ve güçlü olmasına önem veren biri, hem meslek ve iş başarısına hem aile başarısına ulaşır.
Yalnızca rastlantısal olarak oluşan ve herhangi bir formül ya da istenç gücüyle ulaşılamayan bir bölgeydi bu.
ne katlanılacak bir duygu, ne de kaygı verecek bir geçmiş ya da gelecek vardı. Hiçbir kimliğe özgü bir anı ya da saplantı yoktu orada;
Düşüncede saplantı ve azgınlık en açık ahmaklık belirtisidir. Canlılar arasında eşekten daha kendinden emin, daha vurdumduymaz, daha içine kapalı, daha ciddi, daha ağırbaşlı olanı var mıdır?
Fizik Aşkına
Vücudunu bir deney ekipmanı gibi kullanır. Her zaman dediği gibi, "Ne de olsa bilim fedakârlıklar gerektirir."
Kesik çizgileri çizme yöntemi bazı öğrencileri o kadar kendin- den geçirmiş ki, "Some of Walter Lewin's Best Lines" (Walter Le- win'in En İyi Çizgilerinden Bazıları) başlıklı komik bir YouTube vi-
Saplantı... İnsanların aşk acısı dediği şey işte buydu. Birini öyle bir bağımlılık haline getiriyordunuz ki düşünmeden edemiyor, körű körüne size dönmesini bekliyordunuz.
ʙɪʀ ꜱᴏʙᴇ ᴅᴀʜᴀ ᴅᴇᴅᴇᴋᴛɪꜰ, ᴅᴏ̈ɴᴍᴜ̈ʏᴏʀʟᴀʀ.
Bilinen ama kendisini hiç bilmeyen bir adam tarafından bilinmesi arzusunu hep içinde taşıyan bilinmeyen bir kadın..Bilinmeyen kadınımız, çocukluğunda daha yüzünü bile bilmediği bir adamı kafasında öyle bir yere taşımış ki artık ordan atması imkansız bir hale gelmiş. Belki de burada bir kız çocuğunun yıllar boyu süregelen, kadın olduğunda da peşini bırakmamış sevgi eksikliğini görüyoruz. Babasından karşılayamadığı sevgiyi daha önce hiç tanımadığı, hatta görmediği bir adama karşı olan hayranlığıyla açığa vuruyor. Adam zamanla görmeden ve onu hissedemeden yaşayamayacağını düşündüğü biri haline geliyor. Buna aşk der miyiz bilmiyorum. Apaçık bir saplantı diyebiliriz ama. Ve hastalık, yaşayanına koca bir tehlike.
“Yapabildiğim tek şey bu üzüntüyü insanlığın geldiği nokta adına ömür boyu taşıyacaklarım arasına eklemek olmuştu.”
Satranç oyunu, çocukluğumdan beri büyülü bir atmosfer gibi gelir. Oyuncuların strateji ve taktiklerini yakalamaya çalışmak ya da oyun sırasında beklenmedik hamlelerle oluşan dramatik durumlar fazlasıyla heyecanlandırır. Yazarın da satranç müsabakasına benzettiği ‘Don Kişot’un Düşüşü’ okuma boyunca beni de tam bu heyecanla sardı.
Gelelim hikayeye; Faris bencil, empati eksikliği olan, mutsuz ve egoist bir insandır. Kendi cehennemine çevresini de sürükleyen, yaşamı boyunca zorluklarla karşılaşmamış ve hataları hiç kendinde aramamış bir karakter. İthal takıntısını abartmış olan Faris Bey, kültür ve sanatta iyi-kötü ayrımı yapmadan yabancı sevdasından vazgeçmez; aksine, bunu hayatının merkezine yerleştirir. Yediği, içtiği ve kullandığı hiçbir şeyde yerli malına tahammülü yoktur. Evdeki çalışanlarına bile taktığı isimler, bence bu özentisinin saplantı derecesini okuyucuya çok güzel yansıtmış. 19. yüzyılın Bihruz Bey'i ile 21. yüzyılın Faris Bey'i rakip oluyor.
Ve aşk devreye girer, kar tanesi gibi saf, temiz, melek gibi kız, Belfü. Faris'i iyileştirebilecek mi sorusunun cevabını okuyuculara bırakıyorum. Bir gece vakti, uçurumun kenarında mürekkep ve hokkanın yer değiştirmesi başlar. Artık taşlar yeniden konumlandırılacaktır. Bakalım maçı kim kazanacak?
Okurken alt metinlerde okuyucuya bir dizi mesaj bırakan keyifli bir okuma deneyimi oldu.
Kıskanmak mı ; Tiryakisi olduğum tutkuların zirvesisin …
Bağlantı
Saplantı
Tutku
Ne dersen de ….
Ben bile adını koyamıyorum…
Teşhisini koyamadığım bi esaret bu tiryakisi olduğum…
"Aşırılıklar beni hep ürkütür. Bir kişiyi, işi, durumu ya da düşünceyi saplantı derecesinde aşırı sevmek genelde sevilen şeyle ilgili değildir. Başka bir duygunun telafisi olma ihtimali çok yüksektir."
Bir tarafta saf, temiz, sevdiğini yaşatmaya çalışan bir aşk; diğer tarafta ise aşkını bir takıntı haline getirip sevdiğine zarar veren bir saplantı. Notre Dame'ın Kamburu..
Kitabın yaklaşık ilk 200-250 sayfasında çok sık bulunan betimlemeler, kitabı okurken sıkılmama sebep olmuştu. Ama kitabı bitirince iyi ki yarım bırakmayıp okumaya devam
Fisher'in bir diğer varsayımı da serotonin miktarının âşık beyinlerde daha düşük olacağı şeklindeydi. Bu düşüncesinin nedeni Aşıkların neredeyse uyanık oldukları her an sevdiklerini düşünmesiydi. Bu nedenledir ki deneklere sorulan ilk sorulardan biri "sevdiğini günde ne kadar düşünüyorsun" şeklindeydi. Yeni âşıkların tamamına