"Kitap okurken yazarların hepsinin kuyuya düşmüş insanlar olduğunu öğrendim. Oradan yeni kurtulanlar da, çok önceleri çıkanlar da var ve sanki hepsi ileride o kuyuya yine düşeceklerini söylüyor." "Kuyuya düşmüş ve ileride de düşecek insanların hikâyelerini niye okuyayım ki?" diye sordu Minchul, anlam veremeyerek. "Çünkü ayı mücadeleyi veren başka insanlar olduğu gerçeğiyle bile güç bulabiliriz. Bu zorlukları tek ben yaşıyorum zannederken aslında onların da savaş verdiğini fark edebiliriz. Acımız varlığını korusa da, ağırlığının bir şekilde, biraz olsun hafiflediğini hissedebiliriz. Yaşamı boyunca kuyuya hiç düşmemiş bir insan var mıdır diye düşündüğümüzde, bunun mümkün olmadığını fark edebiliriz."
Türkler "Barak" derlerdi, kara tüylü köpeğe, Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe. Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı. Onu da köpeklerin, atası sayarlardı. Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi, Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi. Kuzey-batı Asya'da güya "İt-Barak" vardı, Türklerse İç Asyada, onlara uzaklardı. Başları köpek imiş, vücutları insanmış, Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış. Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş, İlaç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş. Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti, Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti. On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi. Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi. Oğuz bu bölgeleri, "Kıpçak-Beğ❞e il verdi, Bunun için Türkler de, oraya "Kıpçak" derdi... Oğuz Kağan Destanı
Reklam
Uç o zaman; daha önce hiç görmediğim kanatların seni bir köyün çukuruna ya da sanki gitmek istediğin yer orasıymış gibi, Paris'e götürsün. Ama pencereden dışarı bakarken keyfini çıkar, birbirlerine yol vermeden ama birbirlerinin içinden geçen ve son sıraları çekilirken yeniden serbest bir açık alan bırakılarak üç caddede aynı anda birleşen geçit törenini izle. Mendil salla, öfkeli ol, duygulan, geçmekte olan güzel bir kadına laf at Nehrin üzerindeki tahta köprüden geç, yıkanan çocukları başınla selamla ve uzaktaki bir savaş gemisindeki binlerce denizin ağzından çıkan Hurra! narasına ağzı açık bakakal
Sanki görünmez bir güç kafaları bulandırıp aileleri ikiye ayırıyordu. Tek aklı başında olanlar yaşlılardı, onlar da bir kavgacı taraftan diğerine koşturup, incecik pürüzlü sesleriyle dünyada yeterince savaş olduğunu, bunlara bir de kendi köylerindekilerinin eklenmesine ihtiyaç olmadığını söyleyip barışı sağlamaya çabalıyorlardı.
Sayfa 182Kitabı okudu
Hepimiz biraz suçlu değil miyiz engel olamadığımız ölümlerden ve mutsuzluklardan sanki? Yangınları, cinnetleri, yoksullukları, savaş ve hırsızlıkları seyrederken, hepimiz biraz katil, biraz hırsız ve biraz da fesat değil miyiz yani?
Sayfa 418 - AdaKitabı okudu
"Genelde sayfalarca yazıyorum. Çoğunlukla sanki az sonra ölecekmişim gibi paniğe kapılıyorum yazarken. Sanki ölmeden önce itiraf etmem gereken bazı önemli meseleler varmış gibi hissediyorum"
Reklam
1,000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.