“Gondor sağlam bir kale ise, Boromir, biz de bir diğer rolü üstlendik. Sizin sağlam surlarınızın ve parlak kılıçlarınızın engelleyemediği nice şer yaratığı var. Kendi sınırlarınız dışındaki topraklan pek az tanıyorsunuz. Barış ve özgürlük mü demiştiniz? Biz olmasaydık Kuzey bunları pek az görmüş olurdu. Korkunun karşısında eriyip giderlerdi. Fakat karanlık şeyler ıssız dağlardan çıkıp geldiklerinde veyagüneşsiz ormanlardan sürünüp çıktıklarında, bizden kaçıyorlar. Dunedain uyusa, veya tümü ölüp gitmiş olsa, kim hangi yollarda seyahate cesaret edebilirdi, sessiz topraklarda yahut basit insanların evlerinde geceleri kimin can emniyette olurdu ki?
“Yine de, sizin kadar bile şükran görmeyiz biz. Yolcular bize kötü gözle bakar, köylüler aşağılayıcı adlar takarlar. Biz her an nöbette olmasak kanını donduracak veya küçük kasabasını harabeye çevirecek düşmanlardan bir günlük mesafede oturan şişman bir adam, ‘Yolgezer’ der bana. Yine de başka türlü olmasını istemeyiz. Basit halk ancak huzursuzluk ve korkudan azadeyse basit olabilir ve onları bu şekilde koruyabilmek için de bizim gizli kalmamız gerekir. Uzun yıllar boyunca, benim sülalemin görevi olmuştur bu.
“Fakat şimdi dünya bir kez daha değişiyor. Yeni bir zaman geliyor. İsil-dur’un Felaketi bulundu. Savaş kapıda. Kılıç yeniden yapılacak. Minas Tirith’e geleceğim.”
Greklerin askerlik alanında, sık saflarda yürüyen mızrak ve kalkanı askerler alayını (Phalanx) yaratmaları, önemli siyasal ye toplumsal gelişmeleri de beraberinde getirdi. Saflardaki askerler arasında toplumsal statü ve zenginlik farklılıkları ortadan kalkmış, bunların yerine güç, cesaret ve disiplin önem kazanmıştı. Bu da, doğal olarak, kentin askerleri arasında dayanışma duygusunu artırmış ve eşitlik anlayışına yol açmıştır. İyi bir kent yurttaşının ölçütü, kendini geçindirecek büyüklükte bir toprak parçasına sahip, gerektiğinde kendisini mızrak ve kalkanla silahlandırıp savaş alanında yurttaşlık görevini yapacak bağımsız çiftçinin alçakgönüllü yaşamı haline gelmiştir. Böylece, canlı bir eşitlik ruhu ve toplumsal dayanışma duygusu, Grek kent-devletlerini, dönemin öteki uygarlıklarından ayırıcı nitelikler olmuştur.
DİN VE PARA BELASI İNSANLIĞIN SON İBRETİNİ YAŞATTI
Sömürgecilerin iki temel araçları var;
Biri din, diğeri para!
Din ile beyin yıkar, uyuşturur görünmeyeni satar, para ile görünen madde gücü kimin elinde ise satın alır.
Abdülhamid döneminden itibaren (1876-1909) Alman modelinin açıkça yeğ tutulması olgusu 1908'den sonra Jön Türk iktidarı sırasında doruk noktasına ulaştı. 1882'de, Alman Genelkurmay Başkanı Helmuth von Moltke, en iyibsubaylarından oluşan Albay Koehler komutasındaki bir eki bin Osmanlı ordusunu yeniden yapılandırmak üzere İstanbul'a
Yüzyıl ölümün yüzyılı, ölüm bizzat bize dönük, her bir insanın kırk kez öldürülmesine yetecek kadar imkana sahibiz, silahlarımızla ne yapacağımızı şimdiden bilemiyoruz, binalar artık bize yetmiyor, dağları oymaya başladık bile, ölüm araçlarımız toprağın derinliklerine yığılıyor. Bizim ökümenimiz sanki askeri cephanelik, on milyonlarca insan savaş için çalışıyor, ahlak ile çıkarın ittifak yaptığı bu çözüm yolunu bozmayı artık hayal bile etmiyoruz, gençliğimiz paradoksun bedelini yarın ödeyecek, o bunu hissedip isyan ediyor, bizse ona mucize vaat edemiyoruz, yavan söylevler çekmeye bile cesaret edemiyoruz, çoktan mahkum edildiğini ve devrimlerle nasibinin değişmeyeceğinin farkındayız.
Bütün dünya gördü ki o imkansızlıklar içinde dahi Türk, öz yurdunu korumasını bilmiştir. Bu savaş bütün dünyada emperyalizme karşı o milli hakların zaferi olarak karşılanmış, mahkum milletler arasında sevinç ve umut yaratmıştır. Hindistan’da ve yeni boyunduruk altına sokulmuş olan Arap ülkelerinde hareketlenmeler son haddine varmış, emperyalistler büyük endişeleri düşmüşlerdir. Asya’da en büyük devletlere karşı kazanılmış olan bu ilk büyük zafer ileride bu milletler tarafından büyük bir örnek olarak alınacak, onlar için ümit cesaret ve kuvvetli olacaktır.
TAKVİMDE GÜN HENÜZ İŞARETLENMEMİŞ.
Her ay, her gün
açık durur hala.
Bu günlerden biri
işaretlenecek bir çarpıyla.
İŞÇİLER HAYKIRIRLAR EKMEK DİYE.
Tüccarlar bağırırlar pazar diye.
"Yasin, hiçbir şey yapmayacak ve durmaya devam edecekti. Ölene kadar. Sonra biraz da orada duracaktı. Toprağın altında. Sonra da yok olup gidecekti. Hiç gelmemiş gibi. Dünya üzerindeki bütün insanlardan farklı olarak. Çünkü bütün insanlar bir şeyler yapmış, yapıyor ve yapacaktı. Hatta öldükten sonra bile. Bazıları cennete gidecek, bazıları doğaya karışacak, bazıları da yeniden doğacaktı. Kimse Yasin kadar yok olup gitmeyi göze alamıyordu. Kimse, bir iz bırakmadan kaybolmaya cesaret edemiyordu. Dünyadan gelip geçtiklerine birilerinin tanıklık etmesi şarttı. Varlıklarını süslemek için. Yasin hariç, herkesin, içine gömüldüğü bir piramidi vardı. Öyle ya da böyle, herkesin bir ölümsüzlük planı vardı. Ama Yasin fazla ölü görmüştü. Hayatı boyunca bir savaş alanında yaşamış gibi. Dünya üzerinde hayatta kalan son insan kadar ölü görmüştü. Belki de bu yüzden yok olup gitmekten korkmuyordu. Var olmaktan yeterince korktuğu için..."
Rimel ve ruj sürerken savaş boyaları, diye düşündü. Dünyaya göğüs germesine yardımcı olacak bir cesaret maskesi. Makyaj fırçasının her darbesiyle biraz daha güven sürüyordu.