Akçura, işgal karşıtı hareketlerin hep başında olmuş, bu süreçte Türk Ocağı'ndaki faaliyetlerine de devam etmiştir. Mart 1920'de İstanbul'un fiilen işgal edilmesinden sonra Türk Ocağı kapatılmış, Yusuf Akçura tutuklanarak Agopyan Hanı'na konulmuştur. Hapisten çıktıktan sonra Selma Hanım'la evlenen Akçura, Mehmet Emin (Yurdakul) Bey'le 29 Mart 1921'de İstanbul'dan ayrılmış, İnebolu üzerinden Ankara'ya geçerek milli harekete katılmıştır.
İçtimai hayatımızın sefaletlerini içine alan Küfe ile, Hasta ile, Kör Neyzen ile, Köse İmam'la, Mahalle Kahvesi ve Meyhane ile, Seyfi Baba ile, Selma ile velhasıl Bayram' dan Mezarlık'a kadar bütün varlığımızla, bir kelime ile "insan"la başlıyor.
Her iki antlaşmada da Boğazlar Komisyonu’na yer verilmekle birlikte, aralarında ciddi farklılıklar mevcuttur. Sevr Antlaşması ile Boğazlar tamamıyla Türk hâkimiyetinden çıkarılarak, İngiltere, Sovyet Rusya, Fransa, Japonya'dan teşkil edilecek olan Boğazlar Komisyonu'nun kontrolüne bırakılmaktadır.
"Selil, bir Delikanlı idi . Aslanlar yatağında korkusuz, yiğitler harmanında yegâne-i cihan bir delikanlı. Daha on beşinde gelmeden edep ve irfan ile ovanın en şöhretlisi olmuştu . Bir gece rüyasında dayısının kızı Betül Selma 'nın bir kelebek olduğunu, cıvıl cıvıl renkler arasında neşeyle uçan bir kelebek olduğunu gördü. Ama bu kelebeğin Selma'dan, Selma'nın da bu kelebekten hiç haberi yoktu. Uyandığında bir yolunu buldu, Selma' ya rüyasını anlattı ve onun mu gitgide bir kelebeğe benzediğini, yoksa kelebeğin mi ona benzemeye çalıştığını sordu. Betül Selma yalnızca güldü"