"Sen değil miydin bana bu hayatta tek bir doğru vardır. O da gördüğün ve duyduğundur, diyen? "
Cevap beklediğim bir soru değildi. O da cevap vermedi zaten .
"Aynen öyle Alp Akkor. Görmediğim hiçbir şeye inanmam ben."
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar
"Ben bir deliyim, Minho ! Bunu o kahrolası kafan neden almıyor? Sen virüsü kapmış olsaydın ve neler yaşamak üzere olduğunu bilseydin arkadaşlarının bunu görmesini ister mıydın? Hı? İster mıydın?
Onunla tartışmalarını istiyordu. Kavga etmelerini. Ona bir bahane vermelerini . Ama arkadaşları yalnızca afallamış ifadelerle ona bakıyordu.
Newt sesini alçaltıp sonraki kelimelerini olabildiğince nefretle söyledi. "Ve sen , Thommy. Ne cüretle buraya gelip sizinle gitmemi istiyorsun? Ne cüretle? Seni görmek bile midemi bulandırıyor."
Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana, eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnû, o dilruba
Söyle bana hindiba
"Şimdi bir şeysin benim için... Varsın.
Fakat bocalıyordum. Gizlice düşündüğüm, fark edilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben, hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiçbir teşebbüste bulunmadan birdenbire atmak için yine hayal mi kuruyordum?.. "
Kartallar uçar mı bir harâbeden
Köprülerden benim yârim geçer mi
Sen neden bu kadar güzelsin, bilmem
Taşırsın yeryüzüne ebedî tohumları
Ben ise kuruyacak bir suyun mahkûmuyum
Avuçlayıp öpüyorum kumları
Bir karadelikten bakarken hayat
Meydan okuyanlar kim bu serâba
Söyle bana hindiba
Sen nasıl bu kadar ceylan koşması
Sen nasıl bu kadar yollar
Gecemin lambası yok gün doğumları olmayan bir şehirde
Düşse, düşeceğim hiç gelmediğin ömrüme...
Günlerden bir gün
Aylardan Eylül
Gecenin perçemleri günü kucakladığı vakitler
Beynimde bir hikaye kurguluyorum
Canımı acıya yamayıp yazıyorum yamalarım dikiş tutmuyor sökülüyor, haykırsam sesim boğulacak...
Harflerim dökülüyor satırlarıma hepsi
Sana bu mektubu yıllar, çok uzun yıllar önce yazmak istedim. O yıllar sesimi yeterince duyuramadığım yıllardı. Benim için, belki de hepimiz için başka yıllardı. Birbirini gereğince göremeyen, kendi duvarlarının ardına sığınmayı seçmiş o kadar çok insandık ki... Ben tutkuyla bağlandığım şehrimi öyle de yaşamıştım. Ya sen ?.. Sen o duvarları yaşamış mıydın?.. Hissetmiş miydin?.. O duvarlara sen de dokunmuş muydun ?.. Bu soruların yanıtlarını hâlâ veremiyorum. Sen bütün bunların farkında bile değildin belki... Sen belki... Benim nerede, neler hissettiğimi bile bilmiyordun... Beni, benim gibileri duymuştun, dahası benim gibilerden arkadaşların bile olmuştu bir olasılıkla. Aynı okul sıralarını, aynı mahalleyi, aynı apartmanı, aynı dili paylaştığın arkadaşların... Aynı dili ve dil duygusunu paylaştığın kader yolcuların... Bu gerçek benim için o kadar değerli ve derin anlamlıydı ki...