"...Odasının kapısından masasına şatıl kalkar, öyle büyük oda düşün... 'Gel bakalım delikanlı, neredesin sen ya,' dedi bana. Görsen işe almışlar da ben geç gitmişim gibi filan herifin hareketler. Dedim bir şeyler işte, 'Seçim var ya,' diyor, 'sen Aysel Hanım'ın kardeşiysen bizim de kardeşimizsin,' filan.
Fedaileri cennete gönderme fikrimi ilk işittiğinde neden sinirlendin? Sence mutlu değiller mi? Onların mutluluğuyla, mutluluğun kaynağındaki hakikatten bihaber biri arasında ne fark var? Aslında ben seni neyin rahatsız ettiğini gayet iyi biliyorum. Sen üçümüzün bildiği şeyleri onlar bilmiyor diye rahatsızsın. Oysa durumları buna rağmen hiç de kötü
yine yanlış mı yaşıyoruz
karanlığımızı avuçlarımıza öksürerek
sen bir kadın ıssızlığına koşulmuş
yarıdan fazla mavi gözlü
eylülden eylüle gülümseyen
ben görünmez raylara düğümlü
garlarda yankılanan bir erkek
değerinden eksiğine bozulmuş
Hala aynı yerdeyim, hala aynı yerde hala aynı sessizlikte bekliyorum. Sessizlikte insan belki aradığını duyar dedim, ama şarkıları hiçbir zaman kapatamadım. Zira ben seni şarkı dinlerken daha iyi duyuyorum. Senin bana söyleyebilecek kelimelerin kalmadı, senin yerine şarkıları dinliyorum. Çünkü biliyorum, sen de öyle güzel konuşursun, bir farkın yoktur şarkılardan. Bir şarkı gibi senin de notalarını ezberlemişim, her çalan notada bir sonrakini bile tahmin edebiliyorum. Oysa şimdi sen neredesin, ben neredeyim. Notalar kadar yakın değiliz birbirimize, ama bil ki biz de notalar gibi yan yana olsak bir şarkı çıkar ortaya... ben her şekilde aynı yola çıkıyorum . Hala aynı yerdeyim, hala
aynı yerde bekliyorum. Dönüp dolaşıyorum, bir sürü sokağa giriyor bir sürü caddeyi geçiyorum, sahillerde dolaşıp aynı yola çıkıyorum. Dünya mı yuvarlak gerçekten yoksa ben mi çıkmazdayım...?
Çocuğumuz olmadığı için hep üzülürdüm. Şimdi ilk defa bunun için seviniyorum. Bir zayıfın çocuğunu istemem ve bir savaş yetimini büyütmek istemem.
Şimdiye kadar senin yanında hiç bu kadar güçlü durmamıştım ve sen benim işi zorlaştırdığımı söylüyorsun.
Ama sana bir şey diyeyim, bu geçici bir ayrılık değil, bu sonsuza dek vedalaşma. Orduya katılıp o üniformalı katillere katılmak için beni bırakacaksan bunun geri dönüşü olmayacak. Hayatımı bir suçluyla geçiremem, devletin bir vampiriyle yaşayamam.
Ordu mu ben mi şimdi seçmek zorundasın.
"Ama babamızı sevmediğini söyledin. Sevmiyorsan nasıl inanırsın ona?"
"Belki bu yüzden" dedi Adam yavaşça, el yordamıyla ilerleyerek. "Belki onu sevseydim kıskanırdım. Sen kıskanıyordun. Belki de... sevgi insarın kafasına bir kurt, bir şüphe sokuyor. Bir kadını sevdiğinde ondan hiçbir zaman emin olamaz insan... kendinden emin olmadığı için mi acaba? Apaçık görüyorum şimdi. Onu nasıl sevdiğini ve bunun seni nasıl etkilediğini görüyorum. Ben onu sevmiyordum. O belki beni seviyordu. Beni sınar, canımı acıtır, cezalandırırdı, sonunda kurban gibi gönderdi, belki bir şeyi telafi etmek için. Ama seni sevmiyordu, bu yüzden de sana güveniyordu. Yani... tersine işleyen bir şey belki."
Charles gözlerini Adam'a dikmişti. "Anlamıyorum" dedi.
41. O hâlde, ey Müslüman! Bütün bunlara rağmen, yine de seni yalanlayıp kaba kuvvet ve zorbalıkla sesini kısmaya kalkışırlarsa, o zaman onlara de ki: “Bakın, ben hiç kimseyi iman etmesi için zorlamıyorum, siz de bizim inancımıza müdahale etmeyin. Öyle ya, benim yaptıklarım bana, sizin yaptıklarınız da size aittir. Eğer ben bir yalancıysam, bunun sonuçlarına katlanacak olan benim; yok eğer sizler hakîkati inkâr eden kimselerseniz, bunun zararı da bana değil, sizlere dokunacaktır. Çünkü siz benim yaptıklarımdan sorumlu olmadığınız gibi, ben de sizin yaptıklarınızdan sorumlu değilim.”
Fakat inkârcılar, bu çağrıya çoğu kez olumsuz cevap verecekler. Zira unutma ki, her duyan, dinlemiyor. Her bakan, görmüyor:
42. İçlerinde, Kur’an okurken seni görünüşte dinleyenler de var fakat kendilerini önyargılarına mahkûm etmiş olan bu “sağırlara” hakîkati sen mi duyuracaksın, eğer akıllarını kullanmıyorlarsa?
43. Yine içlerinde, sana güya bakanlar da var fakat gözlerinin önündeki gerçeği göremeyen bu “körlere” doğru yolu sen mi göstereceksin; eğer hakîkati görmek istemiyor ve göremiyorlarsa?
Peki bu insanları, Allah mı bu hâle getirdi? Elbette hayır: