Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Yaren Şengül

Yaren Şengül
@sengulyaren
+Evet, cesaret... Evet, cesaretli olunabilse… -Peki ne olurdu? Ne düşünüyorsun? +O zaman hayat belki de yaşamaya değer olurdu.
Reklam
Bir kadın ne yaparsa yapsın bu kitaplarda eleştirmenlerin kesin olarak bulunduğunu söylediği o ebedi hayat pınarını bulamaz. Bunun tek nedeni bu kitapların erkeklerin meziyetlerini göklere çıkarması, değerlerini dayatması veya onların dünyasını anlatması değildir. Asıl neden, bu kitaplara nüfuz etmiş duyguların kadınlar tarafından anlaşılmaz olmasıdır.
Acaba zihinlerimizin de bedenlerimiz gibi cinsiyeti var mıydı? Tam bir memnuniyet ve mutlu­luğa erişmek için onların da birleşmesi gerekiyor muydu?

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Babaları ya da anneleri üzerinden geçmişi düşünebiliyor. Daha önce de söylediğim gibi kadın yazarken geçmişi anne ve büyük anneleri aracılığıyla düşünür.
…insanın kendi cinsini övmesi her zaman şüphe uyandırır, çoğu kez de saçma bulunur; hem de, bu durum için söylediklerim nasıl doğrulanabilir ki? Bir dünya haritasına bakıp Amerika’yı Kolomb keşfetti ve Kolomb bir kadındı; ya da elinize bir elma alıp yerçekimi yasasını Newton buldu ve Newton bir kadındı diyemezsiniz ki. Yahut gökyüzüne bakıp uçaklar havada uçuyor ve uçakları kadınlar icat etti de diyemezsiniz. Duvara kadınların boyunu kesin olarak ölçebileceğimiz bir işaret konmamıştır. İyi bir annenin niteliklerini, bir kız evladın bağlılığını, bir kız kardeşin vefasını ya da bir temizlikçinin kabiliyetlerini ölçebileceğimiz, birer santimlik dilimlere güzelce bölünmüş bir mezuramız yoktur elimizde
Reklam
Çünkü Mary Carmichael’ın kadınların, karşı cinsin hercai ve göz boyayan ışığıyla aydınlatılmamış, yalnız kaldıklarında kendilerini yansıtan, tıpkı pervanelerin tavana vuran gölgeleri gibi belirsiz, o hiç yazılmamış davranışlarını, hiç söylenmemiş veya eksik söylenmiş sözlerini nasıl ele alacağını görmek istiyordum.
Örneğin, erkeklerin edebiyatta yalnızca kadınların aşığı olarak gösterildiğini ve diğer erkeklerle, askerlerle, düşünürler ve hayalperestlerle olan arkadaşlıklarının hiçbir zaman anlatılmadığını varsayalım. Shakespeare’in oyunlarının ne kadar küçük bir bölümünde yer alabilirlerdi o zaman, edebiyat nasıl da değer kaybederdi! Muhtemelen Othello’nun büyük bir kısmı ve Antonius’un da önemli bir bölümü yine de elimizde olurdu. Ama ne Sezar, ne Brütüs, ne Hamlet, ne Lear ne de Jaques’den söz edebilirdik. Edebiyat, akıl almaz derecede fakirleşirdi; tıpkı kadınların yüzüne kapanan kapılar yüzünden hesap edemeyeceğimiz kadar fakirleştiği gibi.
Ve “dünya dedikleri şeyden kopuk” yaşamalıydı. Bu sırada, Avrupa’nın diğer tarafında, bu çingeneyle veya şu önemli hanımefendiyle serbestçe yaşayan, savaşlara katılan, daha sonra kitaplarını yazmak için geri döndüğünde işine müthiş ölçüde yarayacak türlü hayat deneyimlerini engelsizce ve sansürlenmeden edinen genç bir adam vardı. Tolstoy, evli bir hanımla bir manastırda gizli ve “dünya dedikleri şeyden kopuk” bir yaşam sürseydi, verdiği dersler ahlaki olarak ne kadar yüceltici olursa olsun, Savaş ve Barış’ı zor yazardı, diye düşündüm.
…Eliot– büyük sıkıntılar çektikten sonra kaçtığı doğrudur. Ama o da ancak St John’s Wood’da gözlerden uzak bir yazlığa gidebilmişti. Oraya, toplumun onu tasvip etmeyişinin gölgesinin altına yerleşmişti. “Şunun anlaşılmasını isterim,” diye yazmıştı, “Özellikle davet etmemi istemedikçe hiç kimseyi beni ziyaret etmesi için çağırmayacağım.” Çünkü evli bir erkekle nikâhsız olarak yaşıyordu. Onu görmek bir Bayan Smith’in ya da tesadüfen uğrayan herhangi birilerinin iffetine zarar vermez miydi? Kişi toplumun geleneklerine boyun eğmeli.
İnsan bir an için kendini Charlotte Brontë’nin farzedelim ki yıllık üç yüz sterlinlik bir geliri olsaydı –ama akılsız kadın, ro­manlarının tüm telif haklarını bin beş yüz sterline satmıştı– bir şekilde o kalabalık, hareketli dünyayı, o hayat dolu kasaba ve yöreleri daha iyi bilseydi; daha çok şey deneyimlemiş olsaydı, kendisine benzeyen insanlarla görüşebilseydi; farklı insanlarla tanışabilseydi ne olurdu diye düşünmekten alamıyor.
Reklam
“Kadınların hiçbir zaman... Kendilerine ayırabilecekleri yarım saatleri bile olmuyor.” yaptıkları şeyler her zaman kesintiye uğratılırdı. Yine de orada düzyazı ve kurgu eserler yazmak şiir ya da oyun yazmaya göre daha kolaydı. Çünkü daha az odaklanma gerektiriyordu…”
Onun yazar olmak için gereken bütün özelliklere sahip olduğuna yemin edebilir insan. Oysa “iki hafta uyumasam dahi öyle bir şey yapmazdım” diyordu. Böylesine müthiş bir yazma istidadına sahip bir kadın, kitap yazmayı gülünç buluyordu, hatta kişinin kaçık olduğunu gösterdiğine inanıyordu.
“Şüphesiz aklı biraz karışmış olmalı zavallı kadının, yoksa kitap ve şiirler yazamaya kalkışacak kadar komik duruma düşmezdi, iki hafta uyumasam dahi öyle bir şey yapmazdım.”
…düşüncelerden nasıl alıkoyabilirdi? diye sordum alaycı gülüşleri ve kahkahaları, dalkavukların yaltaklanmalarıyla profesyonel şairlerin kuşkuculuğunu zihnimde canlandırırken. Yazabilmek için kendini şehrin dışında bir odaya kapatmış olmalıydı.
641 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.