Duygular olayları getirmeli. Olaylar duyguları değil.
Sinematograf: Yeni yazma biçimi, yani yeni hissetme biçimi.
*
Kullandığın fonlar (caddeler, parklar, meydanlar, metro) önlerine yerleştirdiğin yüzleri yutmasın.
Birbirinden en uzak ve en farklı görüntülerini birbirine bağlayan o belli belirsiz bağ senin görüşündür.
*
Şiirsellik peşinde koşma. Şiirsellik kendiliğinden, bağlantılardan içeri sızar (eksilti).
Bir görüntü diğerlerinden ayrı seyredildiğinde, açıkça bir şey
ifade ediyorsa, bir yorum taşıyorsa, başka görüntülerle ilişkilendirildiğinde değişmeyecektir. Ne öteki görüntülerin onun üstünde bir etkisi olacaktır, ne de onun ötekiler üstünde. Ne etki, ne tepki. Bu görüntü son halini almış görüntüdür ve
sinematograf sisteminde kullanılmasına imkân yoktur. (Sistem her şeyi düzenlemez. Bir şeye ilk adımdır.)
"Champs-Elysees'de yürürken karşıma çıkan insanlar bana kurulmuş mermer heykeller hatırlatır. Ama gözlerimiz karşılaşmaya görsün, o yürüyen, bakan heykeller birden insana dönüşürler."
Hareketler ve sözler, tiyatro oyununun özünü oluşturur ama filmin özünü oluşturamaz. Buna karşılık, hareketlerin ve sözlerin kışkırttığı ve anlaşılmaz bir şekilde modellerinde
ortaya çıkan bir... şey ya da şeyler filmin özü olabilir. Kameran bunları görür ve kaydeder. Rol yapan oyuncuların görüntüsünü çoğaltmaktan böylece kurtulursun ve böylece sinematograf -yeni yazı- aynı zamanda bir keşfetme yöntemine dönüşür.
"Senin seyirci kitlen ne kitap okurlarıyla, ne de gösterilere,
sergilere, konserlere gidenlerle aynı kitle. İnsanların, ne
edebiyat zevkini, ne tiyatro zevkini, ne resim zevkini, ne
de müzik zevkini doyurmak zorundasın."