Büyük bir korkuya düşmüş olanlarda ortaya çıkan felçlilik hali gibi garip bir maraz içindeyiz. Evet, millet bu garip hal içindedir. Görüyor, hissediyor, düşünüyor, anlıyor da bir harekete muktedir olamıyor.
İnsan daima böyledir. Bize tebessüm eden, üzerimize doğru gelen talihi, sevgiyi nazlarla karşılarız. Ancak talih bizden yüz çevirdiği, uzaklaşmaya başladığı zaman kıymetini takdir ederiz.
‘Hakikaten Paşa Hazretleri, anlayamıyorum,’ dedim. ‘Para kimin? Onu isteyen, veren kim? Türk köylüsünün etinden, tırnağından kesip vekillere, mebuslara, büyük memurlara, kumandanlara vermek kimsenin hakkı değildir.
Biz mebuslar, dört yüz alıyorduk ve gayet memnunduk. Neden beş yüz liraya çıkarmak lüzumu hasıl oldu? Neden on dakika vekillikte bulunmuş olan birisi, velev arkasında on dakika devlet hizmeti bulunsa bile, ayda yüz elli lira kadar hiçbir memleketin tahammül edemeyeceği bir emekli maaşı alsın? Neden mebusların mebusluk müddetlerinin memuriyet gibi telakki edilmesi –ki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’na (Anayasaya) tamamıyla muhaliftir– yetmiyormuş gibi, bir de onlara mebusluk tahsisatı üzerinden tekaüdiye verilmesi esas kabul edildi?’