Ah Makar Alekseyeviç ne güzel adamsın sen , ne güzel sevmişsin…
Bazen düşünürya insan acaba hangi virane sokağından geçiyorum kalbimin diye derin derin dalarya hani işte bazı cümleler vardı ki kitapta derinliklerde kaybolmamak elde değil sanırım
Aslına bakarsak hikaye çok sıradan ve basit fakat bu kadar sıradan bir hikayenin insanı sarıp sarmalamasının nedeni Dostoyevski’nin yazmış olması sanırım
Bir kimsenin “âlim” sıfatını hak etmesi; etikete, mevkiye, diplomaya bağlı değildir. Gerçek âlim, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’e vâris olarak nitelendirilmeyi “her bakımdan” hak etmiş insandır.
Bir kimsenin “âlim” sıfatına müstehak olup olmadığını öğrenmenin yolu çok basittir aslında. Dünya ve dünyalıkla ilişkisinde, insanlarla muamelesinde,
Bir mektubunda şöyle diyor Kafka: Bir odadayız Milena. Birbirine bakan iki kapının ardındayız ama ayrı ayrı. Biri açacak olsa diğeri hemen ürküp kapıyor kapıyı..."
Akıl duyulardan koptuğunda, durum her ikisi için de feci oluyor. Akıl soyutlaşıp kendi içine dönerken sıradan insan varoluşuyla bağlantısını kopartıyor. Bunun sonucu olarak da gündelik hayatı, üzerinde düşünmeye değer bir mesele olarak görmemeye başlıyor. Aynı süreçte duyular artık akıl tarafından yönlendirilmedikleri için gemi azıya alıyorlar. Akıl, rasyonalizmin boyunduruğuna girdiğinde, içgüdülerimiz kendilerini ucuz duygusalcılığa kaptırıyorlar. Akıl yaşamdan uzak bir anlam biçimine dönüşürken tensel varoluş, duyuların emip tükettiği bir yaşantı haline geliyor.
Evet, coşku çılgındır. Ve sadece çılgın insanlar bu
bedeli ödeyebilir. Sıradan akıllı insan çok kurnazdır,çok
hesapçıdır, çok hilekârdır. O coşkunun bedelini
ödeyemez çünkü onu kontrol edemez.