Sırlıkuyu, sırrı sahibine mazruf, fakat muhatabına daima mühürlü sandık...
Sırlıkuyu kasabası, adıyla müsemma, her zerresi sır fakat sırrı yalnızca mazrufuna âyân...
Bazı cümleler bir yazar tarafından yazılmış değil de, kendi kendini yazmış, kendi kendini tamamlamış veyahut tamamlayamamış, sırtlarına birer kanat takıp gelip yerlerine oturmuş gibi dökülüyor ağızdan yada kalemden yada hiç dökülemiyor, yalnızca içimizi delip geçiyor.
Sırlıkuyu çarpıcı düşüncelerle dolu tam bir kurgu ziyafeti. Bu ziyafetin menüsünde de aşk var, sevgi var, umut var, belki sonunu hiç kestiremeyeceğimiz hayatı sırlarla dolu insanlar var. Kısacası belli bir yaşanmışlık var.
Her bölümde bir serzeniş, bazen bir dilek, bir iyi niyet belirtisi düşürüyor gönlümüze. Sıkılmadan usanmadan bu küçük ama içi dolu olan kasabadaki insancıkların hikayelerini tamamlama fırsatı tanıyoruz kendimize. Her ne kadar hacim olarak küçük de olsa bize büyük sırlarını açıyor Sırlıkuyu. Belki de bizim onu okumamızı değil de, bazı boşluklar ve üç noktalarla kitabın bizi okumasını istiyor yazar. İçimizin en derinlerinde sarıp sarmaladığımız, hep saklı tuttuğumuz düşüncelerimizi, hislerimizi döküyor ortaya.
Özellikle son bölümde ağızları açık bırakıyor. Cafer'in öldüğünde kafasından akan kanlar, bizim göz çukurlarımıza doluyor adeta...