Hava döndü, işçiden işçiden esiyor yel.
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı.
Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel.
Bahar yakın demek ki, mevsim böyle kışladı.
Hava döndü, işçiden, işçiden esiyor yel.
Tekliyor işte çağın çarkına okuyan çark
Ve durdu muydu birgün bu kör, avara kasnak,
Bir zincir yitirenler, bir dünya kazanacak.
Sen de o
Olayların Mekânı
Bozkurtların Ölümü'nde olduğu gibi Bozkurtlar Diriliyor'da da asıl ve sürekli mekân "sonsuz bozkır" dır. Romanda birbirleriyle rakip olan Gök Türkler de Dokuz Oğuzlar da bozkırda kurmuş oldukları çadırlarda yaşarlar. Fakat çadırların içi tasvir edilmez. Kahramanlar çadının veya otağın içine girip çıkarlar;
Olayların Mekânı
Bozkurtların Ölümü'nde olduğu gibi Bozkurtlar Diriliyor'da da asıl ve sürekli mekân "sonsuz bozkır" dır. Romanda birbirleriyle rakip olan Gök Türkler de Dokuz Oğuzlar da bozkırda kurmuş oldukları çadırlarda yaşarlar. Fakat çadırların içi tasvir edilmez. Kahramanlar çadının veya otağın içine girip çıkarlar;
Olayların Mekânı
Bozkurtların Ölümü'nde olduğu gibi Bozkurtlar Diriliyor'da da asıl ve sürekli mekân "sonsuz bozkır" dır. Romanda birbirleriyle rakip olan Gök Türkler de Dokuz Oğuzlar da bozkırda kurmuş oldukları çadırlarda yaşarlar. Fakat çadırların içi tasvir edilmez. Kahramanlar çadının veya otağın içine girip çıkarlar;
Deli Kurt'ta Zaman ve Tarih: Deli Kurt, 1403 yılının sonlarında başlar; bazı atlamalarla, 1444 Kasım'ının ortalarında biter. Eserin başlarındaki "Deli Kurt” başlıklı bölüme kadar (s. 32) 185 geriye dönüşlerle İsa Bey ile Çakır arasındaki ilişkiler anlatılır. "Aradan on yıl geçti." cümlesiyle başlayan "Deli Kurt”
BİR ZAMAN YOLCUSU: SELİM PUSAT (RUH ADAM ROMANI)
Ruh Adam, Atsız'ın tarihî romanlarına göre hayli değişiktir; bir tür post modern romandır. Bu sebeple romanı incelerken biz de farklı bir yol izlemeyi tercih ettik.
Selim Pusat'ın ve Romanın Hikâyesi: Selim Pusat adını ilk defa 08 Haziran 1951 tarihinde, Orkun dergisinin 36. sayısında
Kalbim, bu ihtişamı bütün dünyaya haykır
Bir anda yıldız gibi parladı ruhumda kır
Ötüyor penceremde yine esrarlı bir kuş
Yine efsun ve hayal, alevli bir dokunuş
Geceme sen de mi bir meşale yakacaktın
Gülümseyip sonunda yalnız bırakacaktın
Bilmem ki neden siyah evimin duvarları
Gök kızıl, toprak gri, bulutlar neden sarı
Ey bir yıldırım gibi bakışlarıma düşen
Bir de senin yüzünden yanacak şimdi Gülşen
Ya hayatıma giren bu akkor zinciri kır
Ya da omuzlarıma çöken hicranı kaldır
Bana vuslat ve bahar çöller kadar yabancı
Sarıyor afakımı hasret, hüzün ve sancı
Her köşede bir yangın kavuruyor içimi
Her adım, karanlığa gömüyor sevincimi
Belki de parçalanır kılıcın ahıyla kın
Kanatları kırılır sessizlik kartalının
Ey hüzünlü göklerin altında ağlayan kır
Bu hal, seni de bir gün tenhalara bırakır
Bir harabe ararsan yıllar boyu: İşte ben
Divaneler gibiyim hummalı bir düşte ben
Gölgesi üzerimde bilmem ki hangi canın
Gözyaşları sızıyor içime bir mahyanın
İşte sen
İşte nar çiçekleriyle gülen bahar
El uzatıp koklayabilir misin
Dolular fırtınalar vursa beni
Kol kanat gerip koruyabilir misin
Öyleyse bütün umutların boşuna
Sen umutları doğurabilir misin
İşte!Güneş,bahar,çiçek dolu tarlalar ,sabah uyanan kuşlar,bulutlar ,ağaçlar ,doğa,özgürlük,hayat,;hiçbiri artık benim değil!
Ah! Kurtarılması gereken benim!Bunun imkânsızlığı gerçek mi…
BEYAZ LÂLE
Hudutta bozulan ordu iki günden beri Serez’den geçiyordu. Hava serin ve güzeldi. Ilık bir sonbahar güneşi, boş, çimensiz tarlaları, üzerinde henüz taze ve korkak izler duran geniş yolları parlatıyordu. Bu gelenler, gidenlere hiç benzemiyorlardı. Bunlar adeta ürkütülmüş bir hayvan sürüsüydü. Hepsinin tıraşları uzamış, yüzleri pis ve