Geçmekte olan bütün o zaman, geçmek, yeniden geçmek üzere.
Hayata benziyor aslında, demişti.
Gelecek koşardı sana doğru; tek bir ana sahip olurdun, hızla akıp geçerken, onu hoş, kabul edilir, doğru dürüst bir geçmişe çevirebilmek için. Yarın, an be an, elinin içinde göz kırpardı. Bu sürekliliği tutmadan yakalarsan, kırmadan şekillendirirsen, geride hiçbir şey bırakmadın demekti. Benim amacım, onun amacı, hepimizin amacı, dokunur dokunmaz kayboluveren dünler haline gelen bu tek tek gelecek parçalarına şekil vermek ve şeklimizi onların üstüne çıkarmaktı.
Filmde de böyleydi.
Tek farkla; filmi tekrar yaşayabilirdin, istediğin sıklıkta. Geleceği tak makaraya şimdiye getir, düne döndür, sonra yine yarınla başla.
Ne harika bir meslek, üç zaman parkurundan sorumlu olmak: engin, görünmez yarınlar; şimdinin dar odağı; ve öteki ikisini ayakta tutmak için tomurcuklanan saniyeler, dakikalar, saatler, yıllar ve bin yıllardan oluşan büyük mezarlık.
Peki bu hızla akan üç zaman nehrinden hiçbirini beğenmezsen ne olacak?
Bir makas al eline. Kes. Oh! Rahatladın mı?