Ölüler bir fotoğrafa hapsolup sonsuza kadar orada kalıyordu. Belki de bu yüzden artık sözler ve anılar çağında değil, görüntüler çağındaydık. Herkes elinde bir uzuv gibi taşıdığı telefonuyla yatıp kalkıyor, o anı yaşamak yerine her şeyi çabucak bir ekrana sığdırmaya çalışıyordu. Bütün babaların çocuklarını neden babacığım diye çağırdığını tam da o an anladım galiba. Günün birinde ister istemez yer değiştireceklerini, biri büyürken diğerinin küçüleceğini zamanın tersyüz olacağını bildikleri için.. Ölenler geride kalan herkesin kendileri gibi öldüğünü sanırmış. Yaşıyor muyum yoksa anımsıyor muyum bilmiyorum artık.. o yalnızca doğaya açmıştı içini sessizliğin peşine düşmüş, zamanın durgun aktığı bu dağ başlarını, bu serin suları aramış, sadece insanlardan değil, börtü böcekten ağaçlardan bin bir çiçekten türlü kokulardan rüzgarlardan da geçmişti bir ömür. Belki böyle böyle dinginleşmiş içindeki pişmanlıklardan arınmış sesindeki telaşla baş etmeyi öğrenmişti. Kaçtığımı düşünürken kendimle karşılaştım, eve giden en kısa yol, en uzun olandır. Adına dünya denen aslında koca bir sirki andıran bu sahnede herkes bu kadar mı yalnız ve çaresiz diye lavaboya koştum yine kusmak için. Yalnız bırakma beni bu paragrafın başında. Ben de mutlu sonla biten hikayeleri severim ama nasıl yazacağımı bilmiyorum. Bir zamanlar hayatımızın tamamını kaplayan insanların hikayelerinden bizi tanımlayan ifadelerinden günün birinde uzak kalıyorduk ve en acısı da buydu çünkü ayrılık sadece bir insandan değil artık içinde olmadığımız bir hikayeden de mahrum kalmak demekti.
Bellek nerede? Kalpte mi? Öyle sanır çokları ama bellek duvardadır, tükürülmemiş suratlardadır. Anılar, hatıralar, anlatılamayanlar yapışır, siner duvarlara. Tebdili mekânda o yüzden ferahlık vardır. Gidersin, belleğin geride kalır. Geride kalır hayaletler, intikamlar, öçler... Sonra döner bakarsın o duvarlara ki -o duvarların bir çağrısı vardır çünkü hortlaklar da duvarlardan sana bakıyor. Bakışırsınız hortlaklarla. Bir bakarsın sonra, belleğin yeniden dirilmişte gelmiş.
Reklam
Geçmekte olan bütün o zaman, geçmek, yeniden geçmek üzere. Hayata benziyor aslında, demişti. Gelecek koşardı sana doğru; tek bir ana sahip olurdun, hızla akıp geçerken, onu hoş, kabul edilir, doğru dürüst bir geçmişe çevirebilmek için. Yarın, an be an, elinin içinde göz kırpardı. Bu sürekliliği tutmadan yakalarsan, kırmadan şekillendirirsen, geride hiçbir şey bırakmadın demekti. Benim amacım, onun amacı, hepimizin amacı, dokunur dokunmaz kayboluveren dünler haline gelen bu tek tek gelecek parçalarına şekil vermek ve şeklimizi onların üstüne çıkarmaktı. Filmde de böyleydi. Tek farkla; filmi tekrar yaşayabilirdin, istediğin sıklıkta. Geleceği tak makaraya şimdiye getir, düne döndür, sonra yine yarınla başla. Ne harika bir meslek, üç zaman parkurundan sorumlu olmak: engin, görünmez yarınlar; şimdinin dar odağı; ve öteki ikisini ayakta tutmak için tomurcuklanan saniyeler, dakikalar, saatler, yıllar ve bin yıllardan oluşan büyük mezarlık. Peki bu hızla akan üç zaman nehrinden hiçbirini beğenmezsen ne olacak? Bir makas al eline. Kes. Oh! Rahatladın mı?
Aynı ayın şubattan sonra gelen ocak ayı
Buradan alın beni! Fırtına gibi hızlı bir troyka verin bana! Otur, arabacı, çal çıngırağımı, kanatlanıp uçun atlar, götürün beni bu dünyadan! Uzaklara, çok uzaklara, hiçbir şeyin, hiçbir şeyin görünmedigi yerlere. İşte gökyüzu karşımda yükseliyor, küçük bir yıldız parıldıyor uzaklarda; koyu ağaçlarıyla ve ayla birlikte geride kalıyor orman; mavi bir sis seriliyor ayaklarımın altına; sisin içinden müzik sesi geliyor; bir tarafta deniz, diğer yanda İtalya ; işte Rus köyleri de görünüyor. Şu uzakta görünen benim evim mi? Pencerede oturan annem mi? Anacığım, kurtar şu zavallı oğlunu! Şu ağrıyan başına bir damla gözyaşı dök, bak oğluna nasıl eziyet ediyorlar! Bas bağrına zavallı yetimini! Dünyada gideceği yer yok! Her yerden kovuyorlar! Anacığım! Acı şu hasta yavruna!. Bu arada, Fransız Kralı'nın burnunun altında bir şiş olduğunu biliyor musunuz?"
Şimdi nasıl bir cümle kurmalı ki her şeyi anlatmış olsun. Oysa yeni başlıyorduk okul çocuğunun heyecanıyla. Büyük bir oyundu sizinki. Şimdi tamamlandınız mı? Bölük pörçük bir yaşam. İnsan tamamlanmak için oynuyor son oyununu. Geride bırakmak için. Çığlık dahi atamadan. Belki bir ses, tok bir ses. Sonra o göğe yükselenler.
Sayfa 59 - Hece Y.Kitabı okudu
Hiç harika olduğunu düşündüğünüz ama yakınlaştıkça pek de çekici olmadığı hissine kapıldığınız biriyle çıktınız mı? Bu, biriyle epey zaman ve yoğun bir şekilde birlikte olduktan sonra, onun “o kişi” olduğuna inandığınız halde bile gerçekleşebilir. Yemek yemesi ya da burnunu çekmesinin sizi sinir ettiğini fark edebilirsiniz. Baştaki canlılık hissinin ardından kendinizi boğuluyor gibi hissedebilir ve bir adım geride durma ihtiyacı duyabilirsiniz. Olumsuzluk aramanızın nedeninin devre dışı bırakma stratejilerinden biri olduğunu ve bağlanma ihtiyaçlarınızı söndürmek için bilinçdışı tetiklendiğini fark etmezsiniz.
Reklam
Yine de her oğul gibi, ne kadar direnirsem direneyim daha en başından babama karşı yeniktim. Zamanı tanrı yaşar, insanoğlu hep ölmek için. Uyumayı başaramıyorum, gözkapaklarımın arasında uykumu kaçıran bir kadın var. Eğer yapabilseydim ona gitmesini söylerdim; ama boğazında konuşmamı engelleyen bir kadın var.. Bir insanı son kez gördüğünü
TOZLU SAHİFELERDEN ÇIKIP YÜREKLERE YERLEŞEN KAHRAMAN: KÜR ŞAD (BOZKURTLARIN ÖLÜMÜ) Olay Örgüsü İncelemeye geçmeden önce romanın genişçe bir özetini vermek faydalı olacaktır. Olay 621 yılında, bir yaz gecesi başlar. Yüzbaşı Işbara Alp'ın buyruğundaki Gök Türk erleri bozkırda uyumaya çalışmaktadırlar. Ertesi gün Çin'e akın
Yolculuk
Yazar Hanife Mert Hanım'ın 160 sayfadan oluşan #Yolculuk eserini #okudum. ️️️️️️️️️️️️️️️️ ️Dört bölümden, otuzdokuz başlıktan oluşan her cümlesi insanın yüreğine dokunup içini biraz daha dönmesi neden onu anlatımlar, anlamlar ile dolu.... ️Eseri okumaya başladığım ilk sayfada bulunan önsözünden son sayfasına kadar elinden
Merhaba olmazları bende kalanım... Ben kendimi aşk için sildim, Sen beni başkası için... Aşk, ilk kez kazanılan bir son gibidir bazen. Bazen de son kez kaybedilen bir ilk. Aşkın çaresi yoktur derler; kim çare arıyor ki zaten? İnanma böyle şeylere katilim. Çaresiz aşk yoktur; çareleri reddeden aşıklar vardır. Bu sana bir şey hatırlattı mı? Şimdi eski bir arabesk şarkı var dilimde. "Seninle aşkımız eski bir roman/ yandı sayfaların/ külüdür kalan." Gerçekten de Bir roman gibi başlamıştı seninle aşkımız. Satırları aşarız diye düşünürken devrik cümleler altında kaldık, ezildik. Sonra hayat denen silgi geçti üstümüzden. Ne izimiz kaldı geride ne de anlatabilecek bir hikâyemiz.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.