"Tehlikeli Oyunlar" da "Tutunamayanlar" gibi, insanın iç dün­yasında kendi 'ben'ine doğru yaptığı bir yolculuğu anlatır; bir oluşum romanı: bir Bildungsromandır. Yazar, ikinci romanın­ da ana kişisi Hikmet'in kimliğini, soyut düzlemde ameliyat ma­sasına yatırır, içindeki çok sayıdaki benlik parçasını numarala­yıp kategorize ederek kurmaca düzlemde onlarla yüzleşmeyi dener. Böylesine ayrıntılı, titiz bir kimlik arayış sürecinden ge­çirtir Atay roman kişisini. Yalnızca bilinç düzleminde tanıdığı Hikmet'le hesaplaşmak istemiyor, bilinçaltının gölgeli mekanla­rında gizlenmekte olan Hikmetler'in tümünü gün ışığına çıkar­mayı deniyordur. Titiz bir kurguyla, simgesel düzlemde olumsuzluk çağrışımlarına açık bir sayı ve "Korku" başlığı taşıyan 13. bölümde bir bilinçaltı atmosferi yaratır Atay. Köpek havlamaları ve intihar/ölüm düşünceleri eşliğinde, rüya ve uyanıklık du­rumunun birbirine karıştığı bir ortamda bilinçaltının çocukla­rı olan Hikmetler'i metnin içine salar. Roman kişisinin gerçek kimliğiyle özdeşleşme yolunda, yüzeydeki 'Ben'ine karşı verdi­ği amansız bir savaşımdır bu. "Mış gibi yapmaktan usandım al­bayım," (T0.411) diyordur Hikmet; yeni baştan kurmak istedi­ği bir öz varlıktan söz ediyordur (T0.414); 'kendini tanı' öner­mesi metnin dört bir yanına yayılmıştır (T0.413-421). Atay, odağına bir varoluş sorunsalı oturttuğu romanında, kendi ger­çek 'Ben'ine ulaşmaya çalışan ana kişisini, diğer metinlerinde de yaptığı gibi simgesel içerikli bir isimle adlandırır; Hikmet'in so­yadına varoluşsal bir ton katar: 'Benol'.
Sayfa 340,341 / TEHLİKELİ OYUNLARKitabı okudu
•Cevap aradıkça bataklığa saplanmak gibi•
"İyi de bilinç neye yarıyor öyleyse? Beyin her şeyi otomatikman ayarlayabiliyorsa, öz varlığının bilincindeki iç benlik ne işe yarıyor?" "Planlamaya... İnsan beyni bir planlama makinesi ve bilinç, dünyayı daha iyi çözümleyebilip daha karmaşık ve soyut bir şekilde plan yapabilmek için gerekli. İşte bu yüzden bilinç, evrimin belirleyici bir kozu."
Sayfa 77 - Tomás NoronhaKitabı okudu
Reklam
_Eğer birinin ruhunu görmek istiyorsanız, ona hayallerini sorun. _İnsan doğasındaki en derin prensip, "takdir edilme" isteğidir. _Alaycı tiplerin aslında acılarını gizlemeye çalıştığı gerçeği doğrudur. _İnsanın dünyadaki durumu, kedinin kitaplıktaki durumu gibidir; görür ve duyar ama hiç bir şey anlayamaz. _Yanlış anlayanlar tarafından
Başka pekçok yönden olduğu gibi bu yönden de tarih öncesi zamanların insanı, bizim bilinçaltımızda hiçbir değişime uğramamış olarak yaşamayı sürdürmektedir. Bu da demektir ki kendi kendisinin ölümüne inanmamaktadır bizim bilinçaltımız; adeta ölümsüzmüş gibi davranmaktadır. Bilinçaltıımız olarak adlandırdığımız şey -ruhumuzun içgüdüsel etkilerden mürekkep en derin katmanı- olumsuz olan hiçbir şeyi hiçbir olumsuzlamayı tanımamakta, bütün karşıtlıklar onda birbiriyle tutarlı hale gelmektedir. Bu sebepten dolayı ona ancak olumsuz bir içerik yükleyebileceğimiz için kendi ölümünü de tanımamaktadır. Ölüm inancına yanıt verecek içgüdüsel hiçbir şey işte bu yüzden yoktur içimizde. Hatta kahramanlığı sırrı dahi olabilir bu belki de. Zaten kahramanlığın rasyonel nedenleri de insanın kendi yaşamının belirli soyut düşünceler ve genel anlamda iyi olan olan şeyler kadar değerli olamayacağı yargısına dayanmaktadır.. Bana bir şey olmaz. Zira aksi halde bu sebepler bilinç altını, kendisine uygun düşen kahramanca tepkiyi göstermekten alıkoyan tereddütleri ortadan kaldırmaktan başka bir işe yaramazlardı ki. Üzerimizde bizim sandığımızdan daha güçlü bir hakimiyet kurmuş olan ölüm korkusu ise öte yandan ikincil düzeyde bir şey ve genellikle de suçluluk duygusunun bir ürünüdür.
İnsanın arzuları doyumsuzdur. Keyif duymaya o kadar hevesliyiz ki hiçbir zaman yeterli gelmez bize. Duyu organlarımız duyarsızlaşıncaya kadar uyarırız, öyle ki hazzın devam etmesi için daha güçlü uyarıcılara ihtiyaç duyarız. Nefsi müdafaa hâlinde gerilimden dolayı beden hastalanır fakat beyin devam etmek ister. Beyin mutluluk peşindedir ve şu
ah Cioran... düştüm yine kuyularına..
'Halimizdeki rahatsızlıklara bakıp kaydederiz her şeyi. Sağlığın zayıf noktaları olmasa bilir miyiz ki nedir bir beden? Uykunun boşlukları olmasa nasıl biliriz nedir gece? Sıkıntı bıktırırcasına uzamasa ne biliriz zaman nedir? Tiksinti anları olmasa bilir miyiz aşk nedir? İntihar teşebbüsü olmasa, yaşamak, tüm dehşeti içinde, görünür mü gözümüze? Varoluş bilincimiz bize mal olduğu yorgunluğun sonucudur; varolma güçlüklerimizdir bizi 'biz' yapan. Istırap çekmeden geçirdiğimiz an, varolmamanın, bilinçsizliğin anonim atmosferinde buhar olup gider. Zihne aşkedilmiş birer tokattır uygun anlar. İçimizde çürüyen ne varsa, bizi tehdit eden şeyle, bedenimizin müstakbel çürümüş leşiyle, zihnin dirimselliğini canlandıran bozulmanın soluklarıyla 'varoluruz'. "Derinliğimiz" peşimizi kollayan yok olma eğilimlerinin toplamıdır; bilince gelince, olduğumuz şey olmama ihtimallerimiz bahçıvanlığımızın sonucu değilse nedir ki? Olmuş göründüğümüz şeyin dışında her an kaldığımızda, açıklanamaz olsalar da 'bildik' sırların içinde değişim geçiririz; bilincin zalim ısrarının bizi yönelttiği 'saçma şeffaflık' budur; halimizdeki rahatsızlıkların sona erdiği bilinç berraklığının özü budur. O zaman her şey bizim için 'mevcut' olur, zira bunların her biri zihnin soyut değirmeninde öğütülmüş olup maddesini toz haline getiren de kibirdir. Bu toz haline getirmedir bilmenin gösterisi."
Reklam
234 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.