İnsan, bilen ve bildiğini de bilen tek varlıktır.
Molla Sadrâ mükellefiyeti de bunda görüyor. Diyor ki, eğer bir kişi biliyor; ama bildiğini bilmiyorsa mükellef değildir. Tıpkı hayvanlar gibi… Hayvanlar da bir şeyler biliyorlar, örneğin menfaatlerini biliyorlar, işlerine yarayacak şeylerin peşinden gidiyorlar. Kendilerine zararı dokunacak şeylerden uzak duruyorlar. Fakat bildiklerini bilmiyorlar. Bu yüzden de hiçbir hayvan ilâhî tekliflerle mükellef değildir. İnsan, bilen ve bildiğini de bilen tek varlıktır. İşte bundan dolayı da mükelleftir.
İmam Şâfiî'nin (rahmetullahi aleyh), Kitâbü'l Kazâ'da, şöyle dediği nakledilmiştir: "Şarkı, bâtıla benzeyen mekruh bir eğlencedir. Kim teganniyi (şarkı ve türkü söylemeyi) çoğaltırsa, o sefih bir kimsedir."
Reklam
Abdullah b. Mes'ûd (radıyallâhu anh) şöyle demiştir: “Teganni (şarkı-türkü), kalplerde nifağı yeşertir.” Anlatıldığına göre; Abdullah b. Ömer (radıyallâhu anh) ihramda olan bir topluluğa uğradı. İçlerinde şarkı söyleyen bir kimse vardı. Onlara, “Hey, bu ne hâl! Allah sizin duânıza icabet etmesin, Allah sizin duânıza icabet etmesin!” dedi. Biri, Kasım b. Muhammed'e teganninin durumunu sordu. O da, “Seni ondan sakındırırım ve senin için hoş karşılamam” dedi. Adam, “O haram mı ki?” diye sorunca, Kasım, “Ey kardeşimin oğlu! Allah, hak ile bâtılı birbirinden ayırınca, şarkı ve türküyü hangi tarafa kor, bir düşün” dedi. Fudayl b. İyâz, “Şarkı-türkü, aklı büyüleyip zinaya kapı açar” demiştir. Dahhâk da, “Teganni, kalbi bozar, Rabb'i gazaba getirir” demiştir.
“Varlık bilince gelmez, bilinci yaratır.”
Biz zihniminizin ötesine atlayabilir miyiz? Ben bunu açıklamak için hep şu soruyu sorarım: İnsan gölgesini aşmak için gölgesinin ötesine atlayabilir mi? Nasıl gölgemizin ötesine atlayamıyorsak zihnimizin ötesine de atlayamayız. Her ne söylüyorsak zihinle söylüyoruz. Zihinden ne kadar çıkmaya çalışırsak çalışalım yine zihnin içerisindeyiz. Pekâlâ, her şey zihinde olduğuna göre Sadrü’l-müteellihîn, şuna inanır: Varlığın hakikati zihinle kavranamaz. Varlık kavramını anlayabilir. Varlık kavramını herkes anlar; ama varlık kavramı varlığın kendisi midir? Peki, o halde varlığın kendisine nasıl ulaşabiliriz? Ancak zihnimizi aşarsak. Peki zihnimizi nasıl aşabiliriz? Zihni aşmak zor bir iştir. Zihin kalmıyor ki, siz onu aşabileseniz. Siz nereye gitseniz zihin de sizinledir. Dolayısıyla burada “tenebbüh” (uyanış) lazımdır. Burada geçmek adımla ve kalemle değil, atlamayla ve hareket etmeyle değildir. Burada tenebbüh gerekir. Benim zihnimin durduğu bir yer var, zihnimin kökeni var. Benim zihnimin kökeni, benim zihnimi yaratan varlıktır. Varlık bilince gelmez, bilinci yaratır. Mutlak varlık zihne gelmez. Onun ağaç, taş deniz vs. gibi taayyünleri zihne gelir; varlığın aslı zihne gelmez. Peki varlık nedir ki zihne gelmiyor? Varlık zihin yaratandır. Zihnin kendisi varlığın taayyünlerinden biridir.
Hoşça yaşamak için hayatın zehrini için. Diri kalabilmek için ölümü sevin. Her zaman uçun ama hiçbir zaman belli bir yuva edinmeyin. Çünkü bütün kuşları yuvalarından avlarlar. Eğer uçmak için kanadınız yoksa, hiç değilse yer değiştirmek için yerlerde sürünün. Her zaman değişin. Isınmış taşların yerin derinliklerine girmesi için deve kuşu gibi olun. Zorluklara karşı dayanabilmek için kalın kemikleri yutan akbaba kuşunu örnek alın. Yarın ateşin size zarar vermemesi için, her zaman ateş içinde yaşayan semender gibi olun. Düşmanın şerrinden emin olmak için, gündüzleri dışarı çıkmayan yarasa gibi olun.
Muhabbet son haddine vardığında kendisine 'aşk' denilir. Aşk, muhabbetten daha geneldir; zira her aşk muhabbettir, lakin her muhabbet aşk değildir. Muhabbet de marifetten daha geneldir; zira her muhabbet marifettir, lakin her marifet muhabbet değildir.
Reklam
~Molla Sadrâ
“Ey sâlik, eğer ‘onlar müşriklerdir’ ayetinin karşılığı olmak istemiyorsan üç şarta riayet et. Birincisi, hikmet tahsili sırasında servet peşinde olma. İkincisi makam ve şöhret peşinde olma. Üçüncüsü de günah işleme.”
İnsanın her zaman bir “kendi”si yoktur. İnsanın her lahza bir “kendi”si vardır. “Bu binlerce ben ve biz içinde acaba ben hangi benim?” ( Mevlânâ)
İmam Ali’ye soruyorlar: Rabbini gördün mü? O da cevap veriyor: “Görmediğime ibadet mi ederim?” Diyorlar ki: “Nasıl gördün?” Buyuruyor ki: “Gözler O’nu görmez; fakat kalpler O’nu iman hakikatleriyle görür.” İşte Hz. Mevlâ Ali’nin burada söylediği iman “huzur”dur. Burada Kuran’dan bir mukayese yapalım. Burada Hz. Emir, çok rahat bir şekilde “Görmediğime ibadet mi ederim? diyor. Hz. Musa ise “yed-i beyza” sahibiydi, asası ejderhaya dönüşürdü, ululazm peygamberlerdendi. Ama Tur Dağı’na gittiğinde Allah’a “Bana kendini göster.” dedi. Ona sert bir cevap geldi “lenterânî” yani beni göremezsin. Dikkat edin, o, Allah’ı görmek istiyordu. Ama Hz. Emir Ali ise “Ben görmediğime ibadet mi ederim.” dedi. İşte buyrun Ehl-iBeyt’in maarifini mukayese edin.
Geri199
1,000 öğeden 991 ile 1,000 arasındakiler gösteriliyor.