Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Dünya bir misafirhanedir. İnsan ise onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levazımatı tedarik etmekle mükelleftir. En ehemm ve en elzem işler, takdim edilecektir. Halbuki siz ekseriyet itibariyle şu fâni dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir suret sizde görülüyor.
Hepsi de çok güzel kişiler, gene de bana kalırsa, bu heykellerdeki hüzünle yalnızlık, ansızın çıplak kalan şekilsiz bir adamın, -şekilsizliğinin gözler önüne serildiğini anlar anlamaz, yalnızlık ve zaferini göstermek için- bu şekilsizliği dünyaya takdim edişindeki hüzünle yalnızlığı andırıyor.
Reklam
Erkanıharbiye Umumiye Reisi Ve Batı Cephesi Kumandanı İsmet Beyefendi'ye
(11 OCAK 1921) Çukurhisar'da Batı Karargâhı'nda Abdi Efendi Erkânıharbiyei Umumiye Reisi ve Batı Cephesi Kumandanı İsmet Beyefendi'ye İnönü Meydan Muharebesi'nde Batı cephesi kıtalarının uğurlu ve kahredici kumandanız altında hazırladıkları kati galebeden dolayı zatı devletlerine ve kahraman ordunuzun bütün kumandanlarıyla subaylarına ve efradına Büyük Millet Meclisi'nin kalbi tebriklerini takdim ve bu muvaffakiyetin mukaddes topraklarımızı düşman istilasından tamamen kurtaracak olan kati zafere hayırlı bir başlangıç olmasını eltafı ilahiyeden tazarru eyler ve işbu tebriklerimin bütün Batı Ordusu efrat ve subaylarına tebliğini rica eylerim. 11.1.37 [1921] Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal
Sayfa 277
Genellikle büyük İslâmî şahsiyetler hayattayken yeri ve değeri bilinmez. Ancak onların değeri bu insanlar cennete çekip gittikten sonra bilinir. Abdullah Azzam'ın varlığını ve değerini her ne kadar o hayattayken bilsek bile asıl değeri şehadetinden sonra açığa çıkacaktır. Bunu şöyle bir misalle açıklayalım. Mesela; tarihteki seçkin şahsiyetler yazın doğan güneşe benzer. İnsan yazın sıcaklığından onun değerini bazen bilemez ve güneşin ısısından bıkar. Kış veya soğuklar geldiği zaman ya da güneş battığı zaman insan onun değerini anlar ve ona ihtiyaç duyar. Önder ve kumandan durumundaki İslâmî şahsiyetlerin değeri de genellikle ölümlerinden sonra ortaya çıkar ve o zaman bu boşluğu doldurmak İslâm ümmeti için çok zor olur. Biz, şehadeti, İslâm âlemi için zafer alametlerinden bir alamet ve şanlı asırlara dönüş alametlerinden bir alamet olarak görüyoruz. Tarihte şehitlerin varlığı ne zaman azalmışsa, İslâm ümmeti o zaman çökmeye yüz tutmuş, ne zaman ki kurbanlar takdim edilmiş ve şehitler kafilesi harekete geçirilmişse o zaman hayata ve şerefe dönüşün başlangıcı olmuştur. Bizler içimizdeki şehitlerin varlığını, başarıya ve zafere ulaşmanın bir alameti olarak görüyoruz. Abdullah Azzam'ın şehadeti gibi şehitlikler bizlere zaferin yakın olduğunu müjdeliyor. Bizler, Müslüman ve mücahid olarak hayata şehitlikle son vermeyi Cenab-ı Allah'tan temenni ediyoruz."
Şekle aldanan sufiler
Bir kısım sûfiler sözlerle, kılık kıyafetle ve dış şekille gurura kapılmışlardır. Giyim kuşam biçimleriyle, konuşmaları, edepleri, âdetleri, istilahları; semâ ve raksta ortaya çıkan halleri, taharet, namaz, başlarını öne eğerek seccade üzerinde oturmaları, derinden nefes alarak düşünceli gibi başlarını göğüslerine yaklaştırmaları, alçak sesle konuşmaları ile bağırışlarıyla vs. sâdık sûfilere benzerler. Böyle davranmanın kendilerini kurtaracağını zannediyor, nefislerini mücâhede, riyazet, kalb murakabesi ve dış ve içlerini görünen-görünmeyen günahlardan arındırmaya tâbi tutmuyorlar; halbuki bütün bunlar tasavvufun kâidelerindendir. Sonra onlar harama, şüpheli şeylere ve yöneticilerin mallarına hücum ediyorlar. Ekmek, para, meyve... için yarışıyorlar; zerre kadar değeri olmayan şeyler için birbirlerine hased ediyorlar; arzuladıkları bir şeye karşı çıkılınca birbirlerinin şeref ve haysiyetlerine saldırıyorlar. Bunların aldanmaları açıktır; kahramanların, savaşçıların ve cesaret sahiplerinin isimlerinin kitaplara geçtiğini duyunca, savaşçı kıyafetine bürünüp sultana vararak kendisini takdim eden yaşlı bir kadın gibidirler: Durumu anlaşılınca ona: 'Sultanla alay etmekten utanmıyor musun? Onu filin yanına atın!' denilerek filin yanına atılır ve fil de onu öldürünceye dek ayağının altında çiğner.
Bize arzular, istekler ihtiyaç diye takdim ediliyor. Modern kapitalizmin zihnimizle oynadığı en büyük oyunlardan birisidir bu. Oysa ihtiyaçlar değil istekler ve arzular sonsuzdur. İnsanın ihtiyaçları sınırlıdır. Arzularımızı ihtiyaç diye görmeye başladığımızda ihtiyaçlarınızın sonsuz olduğunu zannederiz.
Sayfa 60 - MecraKitabı okuyor
Reklam
mana,
....kendini her an takdim eden hakikati idrak etmek ve ona şahitlik etmek demektir. Bu manada insanın kendini tanıma arayışı varlığın anlamını keşfetme arayışından bağımsız değildir.
Altay Türklerinde Şaman, Bay Ülgen’e kurban takdim ettiği zaman, huş ormancığında bir huş ağacını merdiven ittihaz eder. Bunun üzerinde dokuz kertik yapar ki, bunlar aşağıdan yukarıya birinci kattan dokuzuncu kata kadar gökleri gösterir. Eğer semanın adedi on yedi olmuş olsaydı, kertikler de on yedi olurdu. Evvelce semanın katları 9, Yer-Sular 8 adetlerinde iken, sonradan her ikisi de, bunların mecmuu olan 17’ye bâliğ olmuştur. Zaten şimdiye kadar dinî tekâmülde, daima eski tasniflerin biribirine ilâvesiyle yeni tasniflerin peyderpey âdet olduğunu gördük. Tsin dininde maşrıkın dört Yer-Susu vardı ki, dört batna tekabül ediyordu. Oğuzlarda iki Tsin’in birleşmesiyle dördü Tanrı, dördü Yer-Su olmak üzere, sekiz ilâhın vücude geldiğini görmüştük Yakut dininde sekize bir ilâvesiyle dokuz adedi zuhur ettikten sonra, bu sağ kol, ve eski 8 adedi de sol kol olmak üzere, yeni bir tasnif çıktı. Altay Türklerinde de bu iki sayı­nın birleşmesinden. 17 adedi çıktığını görüyoruz. Fakat, kollara ait ilâhların adedi ne olursa olsun, daima ilâhların iki kola münkasim olması ve bu ilâhların batınlara tekabül etmesi, il dininde umumî bir kaidedir.
2. Tanzimat sonrasından bahsediyor - 10 Temmuz (23 Temmuz)1909
Hatırımda kaldığına göre 10 Temmuzun ikinci senei devriyesi henüz idrak olunmamıştı. Bir gün Şehzadebaşında bir tiyatro binasında mühim bir konferans verileceğini edebiyat öğretmenimizden öğrenmiş ve bu gibi şeylere meraklı birkaç arkadaşımla konferans mahalline gitmiştim. Sahneye iki adam çıktı. Biri Yusuf Akçora Bey idi. Arkadaşını bize takdim
Sayfa 17
Ah şu kalbimde paslı hançerin olmayaydı..
Aldığım hiç bir nefes bu kadar canımı yakmazdı.. Peygamber sabırlıdır başka bir adım.. Bir başka adım da yaşamaktır benim.. Üzülmek hakkımdı tastamam.. Bir şehrin en işlek caddeleri kadar da yalnız.. Hani hiç sevmeseydin ya.. Haram kılmış âlemlerin Rabbi beni sana deseydin ya.. Ölseydim bu kadar pişmanlık duymazdım yaşadıklarımdan.. Tiyatro güzeldi.. Ruhu paramparça edilmiş bir adam.. Zavallı bir adam.. Bu halde takdim edenlerin ve sunanların eseriydim.. Herşeyi tarumar edilmiş günahkâr ve çokça cezalandırılmış bir ibretlik insan.. Düşünüyorum da kötü bir halde takdim edilmeme rağmen sevmiştin beni.. Hayatımda ilk defa umutlanmıştım yaşamak için.. İlk defa hayat bulmuştum nefesinde.. O kadar güzel seviyordun ki beni.. Dirhem dirhem eriyordu kalbim kar tanesi misali avuçlarında.. Sonra hakkında kötü şeyler duymaya başladın.. Hepsini narsist şeytanlar yapıyordu bütün bunların.. Derken korktun ve uzaklaştın.. Yazık ki kaçtın sadece.. Hiç dinlemedin.. Bir veda bir vefa borcun var bana.. Bir helallik.. Bir dua bir dilek borcun var bana sevgili.. Ne kendinden ne de Allah'ın adaletinden kaçamazsın..
Reklam
Toplumlara örnek ve önder olarak takdim edilecek kişilerde bulunması gerekli en önemli ve en önde gelen özellik, çağrısını önce bizzat kendisinin yaşamış olması yani pratik/ ameli bir hayata sahip bulunmasıdır.
Yaşamak bir şeyler biriktirmek ve biriktirdiklerimizi götürüp bir sevgiliye takdim edebilmekten ibarettir.
Gazali Aristo metafiziğine çeşitli eleştiriler yöneltmekle birlikte bu metafiziğin aleti olan mantığı çok önemseyerek onu bütün nazari ilimler için bir giriş olarak takdim etti.
Size bir köşk takdim edemem. Fakat birbirini çok sevdikten sonra neyin önemi kalır diyordum. Aşk her şeyi unutturur diyordum... Beni gerçekten seviyorsunuz zannediyordum!
Konferans yerine girince şaşırdım. Ön sıralarda oğlanlar oturuyorlardı. Arka sıralarda peçeli, bir kısmı da çadır içindeki kız öğrenciler.. Bana merak oldu. Bunlar ne diye gelmişlerdi? Söyleyeceklerimin ne manası olacaktı bu çadır altındaki kızlara? Ben bunları düşünürken, kürsüde beraber oturduğumuz bölüm başkanı ayağa kalktı. Sözde beni takdim edecekti. Uzun bir nutka başladı. Sanki oradakiler onu dinlemeye gitmişlerdi. Türkler İslamlığı Avrupa'ya yayacaklardı. Ta Viyana kapılarına kadar dayanmışlardı. Avrupa'yı İslamın kılıcı ile titretmişlerdi. «But the Turks finally failed» («Fakat Türkler sonunda muvaffak olamadılar.» Bu «they failed» sözcüğü en çok kullanılan sözlerden). Neden Türkler «failed»? Onu da izah etti. Çünkü İslamı yaymayı ihmal ettiler. Hakimiyetleri altına aldıkları kavimleri kılıç kuvvetiyle Müslüman etmediler.
Sayfa 13 - Çağdaş Yayınları
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.