Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul. İnsanın içini karartan bulutların seferi var göğün maviliğinde. Yağmur ha yağdı ha yağacak. İncecik bir çisenti yokluyor boşluğunu insan yüreğinin. Hüznün bütün koşulları hazır. Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan. Kalbimin üstünde binlerce bıçak ağzı ve yüzüm
... ama orada oturup dikkatle etrafı izleyince bir şeyin farkına vardım: Herkes kendi çapında mutlu görünüyordu. Gerçekten mutluydular, yoksa sadece bu izlenimi mi veriyorlardı bilemiyorum. Ama bir şey varsa, eylül sonunun bu güzel ikindisinde herkes mutlu gözüküyordu. İçimi tanıdık olmayan bir yalnızlık duygusu kapladı, çünkü bu görüntünün dışındaki tek kişi benmişim gibi hissediyordum.
İnsan,tanıdığı bildiği yerlerde ölmek istiyor.Yere düşerken, gözlerini yumarken, toprağa başını yaslarken, etrafında bildik yerler tanıdık yüzler olsun istiyor. Hangi kapıyı çalsa mütebessim, müşfik bakışlarla içeriye buyur edecek bir bardak su, bir bardak çay ikram edecek ve hiç yabancılamayacak yüzler. Çok uzak yerlerden eve dönmenin tatlı telaşı gibi olsun istiyor ölüme yürürken ki telaşı. Gidiş değil de dönüş bavulunu hazırlar gibi düşünmek istiyor. İnsan aşina olduğu sesleri duymak istiyor ölüme yakın; teselli veren tanıdık sesler.
kimsem yok, iki çift laf edecek,fikrini soracağım bir arkadaşım yok.
(..)
siz istisnasınız. Sizi sanki yirmi yıllık dostmuşuz gibi tanıyorum... Doğru değil mi, değişmezsiniz değil mi?
•
“Buz gibi, sevgisiz, mutsuz, karanlık bir mezar gibi soğuk bir kalp...
Fakat onun kabahati değildi bu. Onda eksik olan sevgi değildi. Eksik olan imkandı.
Sevme imkanı, sevme alanı, sevilecek kimse...”
“Deja vu’nun bir de tersi vardır. Buna jamais vu denir. Sürekli aynı insanlarla karşılaşıp aynı yerlere gidersiniz; ama her seferinde ilk kez olmuş gibi hissedersiniz. Herkes her zaman yabancıdır. Hiçbir şey tanıdık gelmez.”