sen geliyorsun içimin dağınıklığı toplanıyor. baş köşede beş yüz yıldır var gibisin. ellerim seni biliyor. yüzüm sana tapınak. sen varsın, evim ömrüm sen kokuyor. bütün kötüler şehri terk ediyor ve hiçbir kötülük barınmıyor yurdumda.sen geliyorsun mahallemde çocuklar koşturuyor.en güzel şarkıları dinliyorum seninle konuşurken. beş yüz yıldır seviyormuş seni kalbim.içimdeki eşyalar yer değiştiriyor. sen geliyorsun her şeyi unutuyor aklım.aklım güzelliğini almıyor. senin adın ağzımdan çıkarken,dünyanın en güzel kirpikleri yan yana diziliyor.sanki denize bakar gibi gülümseyişin takılıyor ellerime.sen geliyorsun, ben kalamıyorum kendimde.
Mısır'ın Gize Platosundaki Büyük Sfenks'ten Türkiye, Göbeklitepe'deki tapınak alanını ortaya çıkaran kazıya ka­dar, eski çağ tarihimizdeki ileri medeniyetlere dair bilimsel kanıtlar inkar edilemez. Şimdi sormamız gereken soru böyle antik medeniyetlerin var olup olmaması değil, varlıklarının ne anlama geldiğidir. Tek bir sorunun içinde çok daha de­rin sorular saklıdır: Kim? Neden? Ne? O alanları kim inşa etti? Neden yok oldular?
Reklam
Başka yöne çevirmek üzere olduğum mevcut akıntıya, kendi yarattığım, kibritten inşa edilmiş bir tapınak kadar kırılgan bir dünyada geçirilen bu bir avuç güne duyduğum hasret bulutu içinde küçük bavulumu topladım.
Sayfa 192 - DomingoKitabı okuyor
Bahar, o çağrı, kadını ve erkeği alıp tertipleyen Gecenin bakır döğmeleriyle mühürleyen Birinin öbüründe kaybolduğu yanlışlık türküsü. Develerin ve atların sırtlarında taşınan, Soruların cevabı değil, haberlerin yorumu asla, Çiçeklerden çiçeklere iletilen bir bulanıklık duyarlıklarda Toprak sağırdır yağmur mezmuruna artık Sen son iz, son işaretsin Ateş yiyen, ateşin yiyemediği semenderden. Ateş büyüsünü çözen sabır köprüsü peygamberden. Matematik metafiziktir, metafizik matematik değil. Döl metafiziği çağı sona erdi, son buldu insan artışının teoriği Çoban, sürüsünü müzikle erdirirken tabiatüstü yüceliğe Zaman, çevirdi insan kitlesini karılmış ve yıkılmış bir hayvan çerisine. Ah! Taş olsak, toprak olsak; denecek çağ geldi; Cennet trajedyasından bir yaprak döndü. Tükrüksüz çevrilmiyorlar sayfalar. Anlamsız, kahvaltıdan öte zeytin taneleri. Zekeriya saklayan ağaç yok, ortasından biçilmek için bile. Gürül gürül kapılarını örttü mucize. Kilitlendi mi açılmamak üzere çile pancurları. Hileyle mi lehimledi Tapınak göz kapaklarını? Ağır ağır kapadı mı göz kapaklarını?
Sayfa 484
Dinimi bulmuştum artık: Hiçbir şey bir kitaptan da­ ha önemli görünmüyordu bana. Kitaplığı, bir tapınak olarak görüyordum. Bir “molla”ın torunu olan ben, dünyanın çatısında, altıncı katta, Ana Ağacın en yüksek dalına tünemiş olarak yaşıyordum: Ağacın gövdesi asansör kabinesiydi.
Seks için hazırdı, sonra kollarına beni aldı, karnımdan, göğüslerimden öptü. Yavaşça vajinama doğru çalıştı ve daha sonra sessizce ve en çok zevk aldığım kapılarımı açarak saygıyla kafasını eğdi. Böyle sevecen, şefkatli, ama hepsinden öte, kutsal bir aşkla hiç karşılaşmadım. Aklımda bir görüntü belirdi: Ben bir sunak oluyorum, vücudum ise bir tapınak. Bu gerçekleşen şey, titreşim olarak benimle konuştu, direkt bir tecrübe oldu. Üstüme uzandı ve tapınağımın kapısından tüm erkekliğiyle doğrudan içeri girdi. Artık daha fazla Andreas yoktu, daha fazla Raylene yoktu. İkimiz de gücün içine aktık, bedenlerimizin ritmiyle pompaya devam etti. Tanrının beni tutması gibi sevişirken beni tutuyordu. Aramızda güçlü bir kutsal ruh belirdi, ben genişliyordum, daha derinlerime akıyordu. Penisi rahmimde giderek ışık yakmaya yarayan bir kol oluyordu ama bütün bedenimde ilerleyip kalbime ulaşıyordu. Bu his sadece orada kalmıyordu, boynuma doğru devam ediyor ve gırtlağımın ortasına ilerliyordu. Boynumun içinde depoladıklarını kristalleşiyordu. Ben boşalmaya başladığım sırada parmaklarıyla ağzımı açtı ve kulağıma fısıldadı:
Reklam
"Seks için hazırdı, sonra kollarına beni aldı, karnımdan, göğüslerimden öptü. Yavaşça vajinama doğru çalıştı ve daha sonra sessizce ve en çok zevk aldığım kapılarımı açarak saygıyla kafasını eğdi. Böyle sevecen, şefkatli, ama hepsinden öte, kutsal bir aşkla hiç karşılaşmadım. Aklımda bir görüntü belirdi: Ben bir sunak oluyorum, vücudum ise bir tapınak. Bu gerçekleşen şey, titreşim olarak benimle konuştu, direkt bir tecrübe oldu. Üstüme uzandı ve tapınağımın kapısından tüm erkekliğiyle doğrudan içeri girdi. Artık daha fazla Andreas yoktu, daha fazla Raylene yoktu. İkimiz de gücün içine aktık, bedenlerimizin ritmiyle pompaya devam etti. Tanrının beni tutması gibi sevişirken beni tutuyordu. Aramızda güçlü bir kutsal ruh belirdi, ben genişliyordum, daha derinlerime akıyordu. Penisi rahmimde giderek ışık yakmaya yarayan bir kol oluyordu ama bütün bedenimde ilerleyip kalbime ulaşıyordu. Bu his sadece orada kalmıyordu, boynuma doğru devam ediyor ve gırtlağımın ortasına ilerliyordu. Boynumun içinde depoladıklarını kristalleşiyordu. Ben boşalmaya başladığım sırada parmaklarıyla ağzımı açtı ve kulağıma fısıldadı: Nefessss.."
-… matematik değil de her şeyde olduğu gibi, biz zavallıyız… - bu zavallılık ekonomiyi, ilişkileri, insanı, toplumu ve sanatı tetikleyen şey. Adım atmamıza fırsat veren şey bu zavallılık. Oturan boğa ya da bin göğüslü Kibele değiliz. Tanrı değiliz biz. Kilden ve taştan çıkma tapınak ya da mermerden üreme bir Zeus putu değiliz. Canlılığın ölümüdür bu taşlaşmış durgunluk, mezar taşına götürür bizi. Biliriz ve bundan kaçarız. Sanat bu zavallılığın ve canlılığın ürünü.
1,000 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.