Otuz yaşına girmeme birkaç ay kala üç kitap sipariş etmiştim. Balzac’tan Otuz Yaşında Kadın, Ingeborg Bachmann’den Otuzuncu Yaş ve Tomris Uyar’dan Otuzların Kadını.*
Hiç birini otuz yaşındayken okuyamadım. Bir insanın durup dururken neden Balzac okuyacağını pek anlayamıyorum zaten. Bachmann’i de oldum olası sevmem. Malina’sı kendime yedirip de
‘TAŞIN DEDİĞİ’ ÖYLE ÇOK ŞEY VAR Kİ…
Recep Kayalı, genç bir öykücü, 27 yaşında, Türk Dili ve Edebiyatı mezunu, babası matbaa işçisi. Bazı öykülerinde bu özelliklerin izlerini kolayca görüyoruz. Bugünkü yazımızın asıl konusu olan ve Bilge Kültür Sanat Yayıncılık etiketiyle arz-ı endam eden ‘Taşın Dediği’ Kayalı’nın ilk öykü kitabı. Kitabı çıkmadan önce de öyküleri önemli dergilerde
Genel olarak toplumumuz bir şekilde ünlü, herkes tarafından tanınan (bunun iyi ve kötü olması önemli değil), değerini sosyal medyada aldığı beğenilerle ölçen bireyler olmaya başladı. Ne kadar çok beğeni, o kadar ünlü gibi bir kıstas belirlemişler kendilerine.
Son Fenomen Bükücü kitabı 128 sayfadan ibaret.
Kahramanımız Balkabağının Rüyası ile
240 syf.
8/10 puan verdi
Bir Ülke Nasıl Düzeltilebilir?
Okuduğum zamandan bu yana hala birçok noktasını hatırladığım bir başyapıt.
Bir ülkenin kalkınması, düştüğü yerden doğrulması adına her birçok farklı meslek grubunun kendi alanlarında aktif bir şekilde çaba göstererek inşa ettikleri bir ülkenin hikayesi bu.
"Bizim kısmetimize bataklık ve taş düştü ama biz onu işledik ve bir ülke
Her kitabı muhteşem olan Jack London’dan yine çok sarsıcı bir kitap okudum.
Beyaz Diş ve Vahşetin Çağrısı’nda dünyaya bizi bir kurt gözünden baktırırken, Demir Ökçe’de kapitalist sistemin gerçeklerini distopya yaratarak yüzümüze vururken bu defa da yoksul İngiltere sokaklarının gerçekleri ile bizi baş başa bırakıyor.
1902 yılında Jack London İngiltere’ye gidip fakir insan kılığına girip gözlem yapacağını söylüyor ve gerçekten de yapıyor. Kitap kıyafetlerini değiştirince insanların ona olan bakış açısı ile başlamış oluyor.
Kitapta anlatılan yoksulluğu hayal etmek, empati kurmak neredeyse imkansız halde. Babalar, bakamadıkları için eşini ve çocuklarını öldürüyor. Genç kızlar ciğerler için çok zararlı fabrikalarda çalışıp 17-18 yaşında vefat ediyor. Bir geceyi rahat geçirmek için düşkünler evi önünde sıra oluyor. Bir gece rahat yatıp taş gibi ekmekleri yiyip 2 gün köle gibi çalıştırıyorlar. Yaşlı adamlar düşkünler evine girmemek için intihar ediyor. Fabrikada bir hafta çalışıp sadece iki ekmek alacak parayı kazanıyorlar. Daha bunun gibi tüyleri diken diken edecek bir sürü hikaye…
Sabır isteyen ,ardında derin anlamlar taşıyan ,bütün dikkatinizi vererek okumanız ve okurken araştırmanız gereken, yer yer psikolojinizi bozan bir kitap Teneke Trampet. Kitapta büyülü gerçeklik var, pikaresk roman türünde kısmen ve son derece anti-sevimli bir başkahramanı var. Bir ampul ışığında doğup, 3 yaşında bilinçli olarak büyümesini durduran ve doğum günü hediyesi olarak ,ailesinden teneke trampet alan sevimsiz Oskar’ın hikayesi… Sonrası mı ? Kim olduğu bilinmeyen babalar, çığlık ile camları parçalama, günahkar bir anne, vanilya kokusu, gazoz tozları,at kafası, gençlik çeteleri, batıya göç, savaş, 4 etekli büyükanne, büyümeye karar verme, trampeti gömme, nü modellik, taş ustalığı,tiyatro,cinsellik,para kazanma, trampete geri dönüş…
Bazı kitaplar vardır yazarı çok iyi tanımanız gerekir , yoksa kitabın için de kaybolur çıkamazsınız. Teneke Trampette tam bu segmentte bir kitap. Kitabı okumadan önce yazarı araştırın, Polonya’yı ve 2.dünya savaşını biraz öğrenin,kilise ve incil’i şöyle biraz gözden geçirin , bu şekilde kitabı kısmen dengede tutabilirsiniz. Bu kitabı herkese tavsiye etmiyorum,çünkü bu kitap herkesin harcı değil, kendine güvenen okusun ama. Okurum ,anlarım ve sabrederim diyen için şahane bir edebi doyum olur. Ben iyi ki okudum .
