Kardeşler! Hz. Ebû Bekir (r.a.), Resûlullah (s.a.v.)'a ilk inanan Müslüman olmuştur. Resûlullah (s.a.v.) hakkında, hiçbir şüpheye düşmemiş ve dâvetini tereddütsüz kabul etmiştir. O'nun bu durumu, Resûlullah (s.a.v.) tarafından şöyle dile getirilmiştir: «İslâm'a dâvet ettiğim herkes, mutlaka; duraklamış ve tereddüt etmiştir. Ancak, Ebû Bekir bin Kuhâfe bunlardan müstesnâdır.»
Cennet'ten öyle bahseder ki gerçek Müslüman, Sanki bizzat kendisi oradaydı bir zaman; Nasıl vaat etmişse Kur'an öyle inanır Cennet'e Bu inanç üzerine kurulmuştur saf öğretisi dinin. Lâkin Peygamber, ol kitabın müellifi, Cennet'te sezgiyle bilir eksiklerimizi, Ve lânetinin şiddetine rağmen görür ki, Şüphe, karartır imanımızı umumiyetle. Bu yüzden Tanrı hepsini gençleştirmek üzere Bir gençlik numunesi gönderir ebedî Cennet'e; Uçarak yaklaşır o ve tereddütsüz kucaklar Boynuma dolandırır güzelim zülüflerini. Kucağımda, kalbimde taşırım o semâvî yaratığı, Bundan öte bir şey bilmek istemem elbet, Ve hem şimdi Cennet'e kuvvetle inanıyorum; Zira onu ebedi bağlılıkla öpmek istiyorum.
Sayfa 252 - GoetheKitabı okuyor
Reklam
Müslümanlar Resûlullah(s.a.s) sağlığında onun hükmüne başvuracak ve vereceği hükmü tereddütsüz kabul edeceklerdir. Onun vefatından sonra da hadis ve sünnetini hakem kabul edeceklerdir. Çünkü müslüman olmak bunu gerektirir.
Otokrasi ve teokrasi bir ve bütündür. Tanrı adına kim konuşacaktır, değilse kanunu kim koyacaktır (zaten buna kimsenin hakkı da yoktur), kişi en fazla kanunu uygulayabilir! Her ne kadar fıkıh alimleri söylemekten çekinseler de halkın "Tanrı'nın dünyadaki gölgesi" olarak gördüğü halife -ya da onun vekili olan sultan- bunu tereddütsüz yapacaktır. Bu anlamda Müslüman ülkelerde iktidar her zaman teokratikti ve hep öyle kaldı. Fakat söz konusu teokrasi bir din adamları kastı tarafından uygulanmadığı için, pratikte [uygulamada] bir miktar yumuşatılabiliyordu.
"Bizim Müslümanlığımız asırları aşıp, çağları geride bırakıp bize kadar ulaştıysa bunun temelinde Asr-ı Saadet'teki müşriklerin şecaati yatar. Bu hükmün de size çok şaşırtıcı görüneceğini biliyorum. Açıklayayım: İslâmiyet'in neşet ettiği sırada müşrikler kalitesiz ve ucuz adamlar olsalardı putlarının ulûhiyetine yapılan bu tecavüzü, yani "Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullah" sözünü kaale bile almazlardı. Halbuki insanlar putları aleyhine söylenen bir söz üzerine kılıçlarına davranıyor. Demek ki bu adamlar sahip oldukları değerler karşısındaki duyarlıkları itibariyle çok kaliteli adamlar. Değerlerine önem vererek yaşayan insanlar. Bu insanlar Müslüman oldukları zaman aynı derecede İslâmiyet'e önem verdiler. İyi (altın) müşrik,iyi (altın) Müslüman oldu sonuçta. Ve onlar şirk içinde iken dinlerine gösterdikleri özeni İslâm'a gösterdiler. Bu bağlamda Hz. Ömer, hepinizin bildiği gibi, çok çarpıcı bir örnektir. Hz. Ömer'in Müslüman oluşuyla sonuçlanan olay, onun Rasulullah'ı öldürmek niyetiyle yola çıkışıyla başlar. Ve, Ömer, Ömerü'l-Faruk diyoruz ona, bir kabile reisi olması hasebiyle Müslüman olduğu zaman içinde bulunduğu kabileyi parçalamıştır. Kendi kabilesi içinden Ömer Müslüman olduğu için Müslüman olmayı tereddütsüz kabul eden insanlar çıkmıştır.."
...İranlı kadınların büyük çoğunluğu gibi ben de İslâm’ın adaletine inanarak 1978-1979 devrimini tereddütsüz destekledim, ancak İslâmcıların iktidarı güçlendikçe ve şeriatı (kendi yorumladıkları biçimiyle) yasalaştırdıkça ben, ikinci sınıf vatandaşa dönüştüm. Bu, ataerki İslâm’ın adıyla meşrulaştırıldığı ve desteklendiği müddetçe benim için, Müslüman kadın için adaletin olmayacağını anlamamı sağladı. ...
Sayfa 102 - Ziba Mir-HosseiniKitabı okuyor
Reklam
70 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.