Modern çağın bunalımları, temel gereksinimleriniz karşılandığında ortaya çıkar.
Örneğin, akşam nerede uyuyacağınız belli ise, acıktığınızda sadece dolabınızdaki yiyecekler arasından seçim yapmanız gerekiyorsa, ikincil konulara odaklanmaya başlarsınız: Nasıl görünüyorsunuz? Yeterince tatil yaptınız mı? Daha iyilerine mi layıksınz? Çocuğunuz bale mi yoksa tenis eğitimi mi almalı?
"Ne yiyorsak O'yuz." diye harika bir söz var ya. Aslında her şeyi anlatan. Yediklerimiz iyi ise iyilik, kötü ise kötülük yaparız bedenimizin her bir noktasına.
Benzer şekilde, ruhumuz da "gördüklerimiz" ve "işittiklerimiz" ile beslenir. İyi şeyler görür, iyi şeyler duyarsak iyi şeyler düşünürüz.
Bu bir sistemdir aslında. Formülü de oldukça basittir;
Sağlıklı düşünme ve karar alma = temiz (yeme-içme + görme-işitme) eyleminin bir çıktısıdır.
Bu arada büyük bir haksızlık hüküm sürer. Avrupalının üstünde hiç düşünmediği, fark etmek istemediği için düşünmek de istemediği bir haksızlık. Çok parası olanların hepsi çok çalışmaz. Aslında herkes çalışmadan para kazanmanın yollarını arar. Şöyle olur: Eğer beyaz adam yemeğini, döşeğini ve evini sağladıktan sonra ayrıca parası artarsa, hemen bu para karşılığında bir kardeşini tutar ve kendi işlerini ona yaptırır. Öncelikle kendi elini pisleten, sertleştiren işleri yaptırır. Kendisinin neden olduğu pisliği ona temizletir.
Örneğin bir Papalagi, ben bir tussi-tussi'yim diyorsa, başkalarına mektup yazmak dışında bir şey yapmıyor demektir.
Meslek sahibi olmak, yalnızca koşmak, yalnızca tat almak, yalnızca savaşabilmek demektir. Yalnızca bir şey yani.
Bu yalnızca bir şey yapabilmek büyük bir eksikliktir ve tehlikelidir. Çünkü herkes günün birinde kanosunu nehirde yüzdürmek zorunda kalabilir.
İnsanı nasıl tanımlarsınız?
Beden olarak tanımlarsak, yegane inanılması gereken şey bilim olurdu ve muhtemelen her şeye de çare olurdu.
Peki ya ruh olarak tanımlarsak?
O zaman bilimin rolü ne olur? İnsanı ne kadar anlamlandırabilir? Neye çare olabilir?
Amaç gerçekten de çocukların öğrenmesi olsaydı, bu açıdan başarılı olamadığı defalarca açık şekilde kanıtlanmış okul sistemi, dünyanın her tarafında bu kadar yaygın şekilde uygulanıyor olmazdı.
Filistinli çok az şey kaldı. Haritanın bu dinmek bilmez isim açlığı İncil tarafından cömertçe dağıtılmış mülkiyet haklarını akla getiriyor ve Yahudi halkının maruz kaldığı iki bin yıllık zulüm bu yapılanları doğrulamakta kullanılıyor.
Yahudi sürek avı daima bir Avrupalı geleneği oldu, ama onların borcunu ödeyenler şimdi Filistinliler.
1700'lerin sonunda 1800'lerin ortalarına kadar, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa'ya muazzam bir sosyal dalgalanma damga vurdu. Amerika'da çiftçiler ayaklanarak dünyanın en güçlü imparatorluğunu devirdiler. Fransız köylüleri de ayaklandı; kral ve kraliçelerin başlarını kestiler. Bugünkü Almanya'nın bir parçası olarak
Samimiyetsiz olduğunuzda;
Gezi direnişi gibi eylemlerimiz anlaşma ile sonuçlanabilir.
Çoluk çocuk demeden katliam yapanlar ile ticaretinizi devam ettirebilirsiniz.
Hatta, deri koltuklu makam aracınızdan inip kendinizi ıstakoz yerken bile bulabilirsiniz.
İşte bu yüzden samimiyetsizlik tehlikelidir.
Çoğu zaman saygısızlık ve ahlaksızlık kavramlarını da içine alır.
Bugün modern eğitim dediğimiz şeyi kuran düşünürler, endüstri devriminin hızla yayıldığı bu çağda çocukları fabrikadaki iş hayatına daha iyi hazırlayabilmek için, çocukların bir zil sesi duyunca durmaya ve bir zil sesi duyunca yeniden hareket etmeye başlamayı, kendilerini fabrikadaki zil sesine göre ayarlamayı öğrenmeleri gerektiğine karar verdiler. L. Mumford'ın 1955'te dediği gibi, "Modern endüstriyel çağın anahtar kelimesi, lokomotif değil saattir." Çocuklar, onlara yapmaları söylenen şeyi, sadece bu şey onlara söylendiği zaman yapmasını öğrenmelilerdi.