Çünkü bir insanı etkilemek ona kendi ruhunu vermektir. Etkilenen şartı kendi fikirleri ile düşünemez, kendi tutkularıyla yanıp tutuşamaz hale gelir. Sahip olduğu erdemler bile gerçek değildir artık. Günahları bile ödünçtür; Tabi günah diye bir şey varsa. Artık bir başkasının müziğindeki bir yankıdan, kendisi için yazılmamış bir rol oynayan bir oyuncudan ibarettir. Oysa yaşamın amacı kendi kendini geliştirmek, tekamül etmektir. Dünyaya gelme sebebimiz özümüzün farkına varmaktır. Bugünlerde insanlar kendilerinden korkar oldu. Görevlerin en ulvisini, kendilerine karşı olanı unuttular. hayırseverler hayırsever olmasına, ağaçları doyurup yoksuları giydiriyorlar. Gel gelelim kendileri çırılçıplak, ruhları açlıktan kıvranıyor. Cesaret denilen şey insanları çoktan terk etmiş. Belki de hiç cesur olmadık. Ahlakın temelindeki toplum korkusu, dini sırrı ise tanrı korkusu: işte bizi yöneten iki şey. Yine de…
Her şeyi biryas tülünün ardından görmek dermansız kişiliklere özgüdür; ruh kendini ufuklarını kendi açar, göğü fırtınalı görmenizin nedeni karamsar ruhunuz.
İnsanların içgüdüleriyle kavradıkları ama zihinleriyle yorum yapamadıkları durumlar vardır; bu koşullarda en büyük şair en tutkulu ve en doğal çığlığı atan kişidir.
Monte cristo durumu yeterince anlamıştı. Nasıl her meyvenin bir kurdu varsa, her insanın da yüreğini kemiren bir tutkusu vardı, Telgrafçının tutkusu bahçivanlıktı.
Daha üç ay önce özgürlüğün özlemini çeken Dantes artık özgürlükle yetinmiyor, zengin olmanın özlemini çekiyordu; bu Dantes’in değil, insanın gücünü sınırlarken onu sonu gelmeyen isteklerle donatan tanrının hatasıydı!