Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
İki yüzyıl sonra tarikat yuvasına dönen türkiye!
İspanya’da geçmişte, Tibet’te ise bugün hala var olan manastır düzeni uygarlık için bir veremdir. Yaşamı durdurur. Nüfusu azaltır. Münzevilik ve hadımlık Avrupa için bir felaketti. Buna bilince uygulanan şiddeti, zorlama ibadetleri, sırtını manastıra dayayan feodaliteyi, yaşça büyük çocuklarını manastıra aktaran aileleri, sözünü ettiğimiz vahşetleri, çilehaneleri, kapalı ağızları, duvar örülmüş beyinleri, sonsuz yeminle hücreye kapatılmış onca bahtsız zekayı, ilk cüppenin giyilişini, ruhların canlı canlı gönülmesini, bireysel işkencelerin ulusların çöküşüne eşlik etmelerini ekleyin, kim olursanız olun insanlığın icadı o iki kefenin, yani cüppe ve peçenin önünde titrediğinizi hissedeceksiniz.
...mezhep savaşları da moda gibiydi. Yirmi yılda bir kendini tekrar ederdi. En azından, Ortadoğu'da. Batı'da insanlar kendine yakışanı giymeyi çoktan öğrenmiş olduğundan, artık sadece fosil yakıtlar gibi asil renkler için kan döküyorlardı. Ancak Avrupa Parlamentosu ve Beyaz Saray'daki halılardan kan lekesi çıkarmak özellikle zordu, bu yüzden de savaşı evlerine sokmuyorlardı. Ama sonuçta onlar da insandı ve bütün insanlar gibi, benzerleriyle savaşmak için can atıyorlardı. Bunun için de birbirlerinin kulaklarına "Çıkışa gel!" diye fısıldıyor ve Batı medeniyeti sınırlarını artlarında bıraktıkları anda, başkalarının evlerinde boğuşmaktan geri durmuyorlardı. Dünyanın politik Greenwich'i olduğuna inandığı için sadece saatlerin değil, mevsimlerin bile kendisine göre ayarlanmasını isteyen ve herkesten de yarattığı bu iklimlere uygun kumaşlara bürünmesini bekleyen İsrail'in durumu tabii ki farklıydı. Çünkü İsrail, simsiyah kumaşlar içinde, kendi sisinden çıkıp etrafa Davut yıldızları fırlatan, nevrotik bir çöl ninjasıydı. Son olarak da Türkiye, doğusundaki aynaya bakınca şişman olduğunu, batısındaki aynaya bakınca da kemiklerinin sayıldığını düşünen, üstüne giydiği hiçbir şeyi kendine yakıştıramayan, bulimik ve depresif bi genç kızdı. Yirmi yıl boyunca boğulacakmış gibi yiyip sonra pişman oluyor, bir yirmi yıl da boğazını kanatana kadar kusup sonra yeniden yemeye başlıyordu. Genellemeler yapmanın da hastalıklı bir eğilim olduğunu biliyordum ama bir toplum, devletini kurduğu gün kendini zaten genellemiş oluyordu. Genellemelerden kaçamayacak kadar örgütlü bir dünyada yaşıyorduk.
Sayfa 87 - Doğan KitapKitabı okudu
Reklam
Lozan Antlaşması
Lozan'da toprak bıraktığımız doğru değildir. İstirdat ettiğimiz, yani kurtardığımız bütün memleket parçaları Lozan'da elde kaldı. Lozan Antlaşması bir zaferdir. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonraki antlaşmalar içinde, tarafların egemenlik ve eşit şartlar altında müzakere ettikleri ve Türkiye'nin ileri sürdüğü tezlerin başta İngiltere olmak üzere İtilaf Devletleri'nce kabul edildiği bir antlaşmadır. Lozan'da en büyük mücadele kapitülasyonlar konusundadır. İktisadi menfaatlerini Avrupa devletlerinin hiçbiri kaybetmek istemedi fakat yeni Türkiye bu konuda hiç taviz vermedi ve kapitülasyonları kaldırdığını tasdik ettirdi. Lozan'ın gizli maddesi yoktur; böyle bir şeyi konuşmak bile gereksizdir. Lozan Konferanslarında çeşit çeşit millet var. İtilaf Devletleri, biz, gözlemci devletler. Yani herkes orada. Ortada gizli kapaklı hiçbir şey olmadığı gibi bilakis her şey açıktır.
Sayfa 152 - Kronik KitapKitabı okudu
Berlin Antlaşması'ndan sonra Osmanlı Devleti'nin dâhili reformlarının uluslararası hukukun konusu olduğunu ileri süren Avrupa devletleri, her ne kadar Türkiye için uygun gördükleri "iyi yönetim" kriteri ve şekli üzerinde bir ittifak oluşturamamışlarsa da, kendilerini Türkiye'deki yönetimin niteliğinden sorumlu kabul etmişlerdir. Batı'nın Osmanlı reformu konusunda kendini sorumlu tayin etmesi biraz da Osmanlı'nın hiçbir zaman reform yapamayacağı inancından kaynaklanıyordu. Bir yandan Osmanlı'yı reforma zorlayan Batı diğer yandan Müslüman toplumun böyle bir reform sürecini başarabilecek bir kapasiteye sahip olmadığı konusunda ırkçı, dinci ve Batı-merkezli bir düşünceye sahipti. Batılı politikacılar Osmanlı'nın reform çabalarının akamete uğrayacağına ilişkin kehanetlerinin gerçekleşmesi için sadece Osmanlı'nın beceriksizliğini yeterli görmüyor bunun için doğrudan müdahale de ediyorlardı. Bir yandan Osmanlı'yı reforma zorlayan Batı diğer taraftan, güçlü bir Osmanlı idaresinin sonuçlarının kendileri lehine olmayacağını bildiği için, sürekli olarak Osmanlı reformlarınin akamete uğraması için elinden geleni yapıyordu.
Sayfa 19 - NûbiharKitabı okudu
Metternich: (!!!)
"İmparatorluk günden güne zayıflamaktadır. Niçin saklamalı? Onu bu hale düşüren sebeplerin başında Avrupalılaşma zihniyeti gelir. Temellerini III. Selim'in attığı bu zihniyeti, derin cehaleti ve sonsuz hayalperestliği yüzünden II. Mahmut son haddine vardırır. Babiali'ye tavsiyemiz şudur: Hükümetinizi dini kanunlarınıza saygı esası üzerine kurunuz. Devlet olarak varlığınızın temeli, Padişahla Müslüman tab'a arasındaki en kuvvetli bag dindir. Zamana uyun, çağın ihtiyaçlarını dikkate alın. Idarenizi düzene sokun, islah edin. Ama yerine size hiç de uymayacak olan müesseseleri koymak için eskilerini yıkmayın. Avrupa medeniyetinden sizin kanun ve nizamlarınıza uy- mayan kanunları almayın. Batı kanunlarının temeli Hıristiyanlıktır. Türk kalınız. Tatbik edemeyeceginiz kanunu çıkarmayın. Hak bellediğiniz yolda ilerleyin. Batı'nın sözlerine kulak asmayın. Siz ilerlemeye bakın. Adalet ve bilgiyi elden bırakmayın. Avrupa efkar-ı umumiyesinin az çok değeri olan kısmını yanı- nızda bulacaksınız... Kısaca, biz Babıali'yi kendi idare tarzı'nın tanzim ve ıslahı için giriştiği teşebbüsler- den vazgeçirmek istemiyoruz. Ama, Avrupa'yı örnek olarak almamalıdır kendine. Avrupa'nın şartları baş- kadır, Türkiye'nin başka. Avrupa'nın temel kanunla- n Doğu'nun örf ve adetlerine taban tabana zıttır. Ithal malı ıslahattan kaçının. Bu bilgi ıslahat Müslüman memleketlerini felakete sürükler. Onlardan hayır gelmez sizlere."
...İngilizce'nin atası, günümüz Türkiye'sinde yaşamış ve Avrupa'yı istila etmiş çiftçilerin dilidir!
Reklam
Yaser Arafat 1926'da Kudüs'te doğmuştu. 1948'de Arapla­rın yenilgisinden sonra ailesiyle beraber Mısır'a göç etmişti. Ka­hire Üniversitesi'nde mühendislik okudu. Fakülte döneminde Fi­listinli Öğrenciler Birliği başkanlığını yaptı. İsrail'e karşı tavizsiz durumundan dolayı Müslüman Kardeşlere katıldı. 1954 yılının Ekim
Naziler / Mossad ve Aile.
Mecid, Kamil'i eski bir Alman diplomatı Von Hentke'yle tanıştırdı. Von Hentke Alman Dışişleri Bakanlığının Orta Doğu Masası Müdürlüğü görevinde bulunmuş ve şimdi Suudi Arabistan'da siyasi danışmanlık yapıyordu. Dışişleri Bakan­lığındaki görevi icabı Von Hentke birçok Arap ülkesini ziyaret etmişti. Ne zaman Orta Doğu'ya gelse
(Şayia psikolojik operasyonu.)
Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye dönmeye razı olan Türkiye'den göçmen Türklere büyük ekonomik yardımlar yapacağı propagandası yapılmıştır.
Sayfa 120Kitabı okudu
Geri199
1.000 öğeden 991 ile 1.000 arasındakiler gösteriliyor.